Doğu Anadolu. İklimi çok sert olur, insanı çok mert olur. Ters laleler açarken gönül lere nakşolur. Davul, zurna sesiyle düğün dernek kurulur. Anadolu dağları Ağrı’da zirve bulur. Ekim daha bitmeden güze dersin elveda. Nice mücevher olur eşsiz Oltu taşından. Düşmanlar mutlu olur dinmeyen gözyaşı ndan. VenedikliMarco Polo ve kardeşleri yirmi yıl sürecek bir doğu gezisine çıkarlar. Onlardan hiçbir haber alınamaz. Bütün Venedik halkı onlara öldü gözüyle bakar. Marco Polo ve kardeşleri 1251 yılında ülkelerine dönerler. Bütün Anadolu, Asya ve Uzak Doğu’yu gezen Marco’nun anlattıklarını gülerek ilgiyle dinlerler. HikayeKartları ; Basında Biz Güney Doğu Anadolu Bölgesi İç Anadolu Bölgesi Karadeniz Bölgesi Gizlilik ve Kullanım Şartları doĞu anadolu tanitim slaytidir. turİzm Üzerİne gezİ seyehat aĞirlikli aÇiklamali kisa bİr tanitim fİlmİdİr. Türküler ve Hikayeleri Kısa: 10 Meşhur Anadolu Türküsünün Hikayesi. Türküler üzerinde yaşadığımız toprakların mineralidir, suyudur. O türküleri yakanların hikayesini duyduğumuzda, daha da anlamlanır. “Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden 5060 lira toplanması lâzım gelirmiş. Âşık bu parayı azınsadı ve almadı. Bir âşıkın bir hafta çalıp çağırıp da 15 lira alması şimdiye kadar gö­ rülmemiş bir şeydi. Bütün misafirler ve düğün sahibi âşığı haklı buldu­ lar ve üzerine, toy sahibi 15 lira daha ekledi. Âşık gene razı olmadı. jFhh. Türkülerimiz ve Hikayeleri – Yöresel Türküler ve Hikayeleri YaReN Türkülerimiz ve Hikayeleri, Yöresel Türküler ve Hikayeleri Çökertme Türküsü – Çökertme Türküsünün Hikayesi Bodrum Yöresi Memleketin keşmekeş içinde olduğu, işgal ordularının yurdu parsellediği yıllardıEge de Yunan varEli silah tutan tüm gençlerin bellerinde pistov, ellerinde Rus filintası, sırtlarında yatakları, dağları, taşları, ovaları mesken tuttukları yıllarKüçük Menderes ten, Köyceğiz’e, Denizli den Bodrum’a her karış toprakta onların alın teri Bir yandan işgalcilerle boğuşuyorlar, bir yandan da devletin seçip gönderdiği yöneticilerleBir yandan düşmanı kovalarken diğer yandan da işbirlikçilerle boğuşuyorlarİşte o yıllarda Halil adlı yiğit bir delikanlı vardıMerttiİyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdiÇam yarması gibi, kaşı gözü ,eli yüzü düzgün, cesurduYiğitliği de dillerdeydiBir de “Bodrum kaymakamı” vardıHalk düşmanı , astığı astık, kestiği kestikİstanbul un da gözde adamıAdına da “Çerkez Kaymakam “ derlerdiHalk arasında “Kalleş Kaymakam” Bir eli yağda bir eli baldaSandal sefaları, gece alemleriEtrafında etek öpenler, fedailik yapanlarMilletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı yemeklerle donatılmış sofralar Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardıBitez yalısında otururduSahilde şipşirin bir köyKöyün yakınlığından adına “Bitez yalısı” demişlerHerkes güzel Gülsüm ü yiğit Halil e yakıştırıyorduGülsüm adı Halil le beraber anılırdıBunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamının kulağına da ulaşmıştıEtrafındaki dalkavuk çömezler kaymakamın kulağını doldurmuşlar”Gülsüm güzel kızSaraylara layıkHalil gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse yazık olurSen evet de on Gülsüm getirelim sanaZaten Halil dağda, çetelerle dolaşıyor” diyerek şişirmişlerAmaçları kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil e zarar vermek Çerkez Kaymakamın ın çok hoşuna gitmiş bu düşünce Hem güzel Gülsüm’e sahip olacak, hem de büyüklerinin kulağına gitmiş bir efenin nişanlısını kaçırıp daha da yaranacak onlaraKaymakam Bitez yalısına göndermiş kolcularınıBir feryat, bir figan sarıp sarmalıyıp götürdüler Gülsüm üGülsüm ün apar topar içine atıldığı sandal kıyıdan uzaklaşmak üzereyken çökertme tarafından hızlı hızlı gelen sandal göründüSandalın kürekleri kanat gibi açılıp kapanıyorduBir yanda kaymakam kolcularının sandalı bir diğer yanda da Bitez yalısına girdi girecek olan Halil’in sandalıYanında en güvendiği arkadaşı İbrahim Çavuşİbrahim Çavuş asılmış küreklere, Halil ise ayakta gözünü siperlemiş eliyle kolcuları gözlüyorMillet sahile dökülmüş yürekleri ağzında seyrediyor onları Halil’in sandalı uçuyor gibiİki sandal burun buruna geldi vuruşma başladıPatlayan silah sesleriVe ardından Gülsüm’ün figanıİbrahim Çavuş’un figanı İbrahim Çavuş kapanmış sandala haykırıyordu”GittiYiğit Halil gittiVurdular Halil’iKalleş Kaymakamın adamları vurdu Halili Kolcuların sandalı Bodrum’a hızla Gülsüm ü götürürken, Halil’in sandalı da ağır ağır sahile yaklaşıyorduSonra sandaldan çıkardılar Halil’iOluk oluk kan akıyordu İbrahim Çavuş’un kollarında verdi son nefesiniSonra kalabalığı bir uğultu sardıBir hıçkırık, bir gözyaşı seliBunların arasından da yanık içli bir ses yükseldiAğlayan,ağlatan Çökertme’den Çıktım Da Halil’im Aman Başım Selâmet, Bitez De Yalısına Varmadan Halil’im Aman Koptu Kıyamet Arkadaşım İbram Çavuş Allah’ıma Emanet, Burası Da Aspat Değil Halil’im Aman Bitez Yalısı, Ciğerime Ateş Sardı, Telli Kurşun Yarası Güverte De Gezer İken Aman Kunduram Kaydı, İpekli Mendilimi Halil’im Aman Mor Rüzgâr Aldı Çakır Da Gözlü Gülsüm’ümü Aman Kolcular Aldı, Gidelim Gidelim Halil’im Çökertme’ye Varalım, Kolcular Gelirse Halil’im Nerelere Kaçalım Teslim Olmayalım Halil’im Aman Kurşun Sıkalım Cevap Türkülerimiz ve Hikayeleri – Yöresel Türküler ve Hikayeleri YaReN Cemalim Türküsü – Cemalim Türküsünün Hikayesi Cemalim Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez Kıratım acemi konağı tutmaz Oğlum da pek küçük yerimi tutmaz Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim Ürgüp’ten de çıktığımı görmüşler Taşkadı’nın pınarına inmişler Beni öldürmeye karar vermişler Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim Cemal’in giydiği ketenden yelek Al kana boyanmış don ile gömlek Bize nasip değil ecelnen ölmek Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim Türkü, öldürülen Cemal’e, karısı Şerife tarafından yakılmıştır Şerife, 90 yıldan fazla yaşamış, 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir 14-15 yaşlarında Cemal’le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal’in öldürülmesiyle sona ermiş, bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır Bu hadisenin oluş şekli ve ona yakılan ağıtı/türküyü bana, Şerife’nin daha sonra evlendiği Hayrullah’tan olan oğlu İsmet Aksoy göndermiştir Cemal’in öldürülme hadisesi ve türkünün tam metni şöyledir Ürgüp’ün Karlık köyünün eşrafından ve varlıklı bir ailesinden olan Cemal, kalleşlikle öldürülür Herkesçe sevip sayılan Cemal’in ölümüne yanmayan kalmaz Eşi Şerife acılarını yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır Yetim kalan oğlu Mustafa da, birkaç yıl sonra hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu ölmüştür Ağıt, Şerife’nin ikinci kocası Hayrullah’ın sonraki yıllar Refik Başaran’a "Herkese bir türkü okudun ama, bana okumadın" diye sitem etmesi üzerine Cemal türküsünü plağa okur Cemal Hayrullah’ın aynı zamanda amcasıdır Onun öldürülüşü Şerife kadar Hayrullah’ı da etkiler Şerife’nin türkünün her çalınışında gözünden iplik iplik yaşlar akıtmasını, Cemal’i bir türlü unutamamasını daima anlayışla karşılamıştır Cevap Türkülerimiz ve Hikayeleri – Yöresel Türküler ve Hikayeleri YaReN Çarşambayı Sel Aldı Türküsünün Hikayesi Samsun – Çarşamba Yöresi Yöre Samsun / Çarşamba Çarşamba deyince bir yabancı hemen çarşambayı sel aldı türküsünü anımsar çarşamba her şeyden önce bu türküyle ünlenmiştir bu ün ardında nice acı ve gözyaşını taşıyor tarih boyunca yeşilırmak nice canlar almıştır 1970 lerde suat uğurlu ve hasan uğurlu barajlarıyla doğal akışa son verilmiştirartık yeşilırmak tan insan hayvan cesetlerievlerbeşikler ve birçok hayat nesnesi geçmiyorkısacası artık çarşamba yı sel almıyor yıllardır söylenensöylenecek olan bu güzel türküyü ve bu türkünün hikayesini hemşehrimiz sayın faik okutgen derlemiştir çarşamba yı sel aldı ahmet abdal deresinin kıysında yerleşmiş yoksul köy ailelerinden birinin oğluydubaharla birlikte yıllarca süren karasevdası karşılık bulmuşmelek kalbini açmıştıkısa zamanda yüzük takıp nişanlandılar ahmet yapraklar sararmaya durduğunda orduya yollandımelekse gözyaşlarıyla başbaşa kaldıağaoğlu mehmet ali melek e gözkoyduahmet in arkadaşları ne kadar uyardılarsa kar etmedi melek reddetti mehmet ali yibunun üzerine ağaoğlu adamlarıyla melek i dağa kaldırdıkötü haberi kuşlar uçurdu ahmet ekısa günde uçageldi aşkın delikanlısıkuşandı atını silahınıarkadaşlarıyla düştü yollaradağ tepe demedi gece gündüz melek i aradı ´meleeeeekmeleeeeek´ diye çığıra çığıra sesi uçtu önce bir çakal yağmuru uç verdisonra şimşek şimşek içinden çıktıçatırdadı koca gökyüzüışınlar çarşamba ovasını renkten renge soktune yağmur ne silinen izler aşkın atlılarını durduramadı tufan ikinci kez yaşanıtordu sankiyağmur yeşilırmak ı boğuverdiçarşamba ovası kaynayarak akan bir göle dödüştücanik dağları ndan aşağılara doğru bir çığ gibi önüne kattığı her şeyi sürükledi selevlerinsanlarbebek beşiklerihayvanlarkağnılar ağaçlar büyük küçük kayıklar çaltı burnu na doğru sürükleniyordu sonunda duruverdi yağmurgüneşle parladı yeşil çarşambausul usul bir gökkuşağı belirdisular günbegün çekildiçekildikçe hayat yeniden kurulmaya başladıyaralar sarılıyorevler onarılıyorduabdal deresi nin-yeşil ırmak a katılmak üzere-döküldüğü yamanın başında ahali toplanmaya başladıderenin eğimle indiği yamanın dibinde büyük bir kaya parçası vardıonun üstünde ise iki insanmelek ve ahmet ti onlarelele tutuşmuş sırtüstü öylece yatıtorlardıahali sel acısını unutmuş onlara yanıyorduhüzün gözyaşına döndü o büyük kaya parçasıahalinin üstünde toplandığı o taşyedi yerinden ayrıldıve her birinden bir servi boyu su fışkırmaya başladı bu hazin aşka doğa gözyaşı döküyordu ahali şaşkınlığın ardından dualar okumaya başladıdualar içten mırıltılarayıllardır can alan insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü işte rivayet o rivayetderler ve hikaye ederler ki çarşamba yı sel aldı türküsü o acı mırıltılardan doğdu yedi yerinden su fışkıran kayanın olduğu yerde bir su değirmeni kuruldu ve o yöre o gün bu gündür değirmenbaşı olarak anıldıçarşamba daki değirmenbaşı mah çınar ağaşlarının gölgelediği ahşap değirmenin yedi taşı vardıyedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümeksağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldıher hıdrellezde bu yaşandı1970 lerde değirmenin yıkımına değin bu gelenek sürdü Çarşambayı Sel Aldı Samsun/Çarşamba-Yöre Ekibi-Nejat Buhara Çarşamba’yı Sel Aldı, Bir Yar Sevdim El Aldı Aman Aman Keşke Sevmez Olaydım, Elim Koynumda Kaldı Aman Aman Oy Ne İmiş Ne İmiş Aman Aman Kaderim Böyle İmiş Gizli Sevda Çekmesi Aman Aman Ateşten Gömlek İmiş Çarşamba Yazıları, Körpedir Kuzuları Aman Aman Allah Alnıma Yazmış, Bu Kara Yazıları Aman Aman A Dağlar Ulu Dağlar Aman Aman Yarim Gurbette Ağlar Yari Güzel Olanlar Aman Aman Hem Ah Çeker Hem Ağlar YaReN Kiziroğlu Mustafa Bey Türküsü – Kiziroğlu Mustafa Bey Türküsünün Hikayesi Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu Kizir, Kars’ın Susuz kazasına bağlı bir köydür Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır Köylüler Kiziroğlu’nun kalesi derler buraya Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir derler Küçükken at binip kılıç kuşanır Söylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş Kizir Muhtar demektir Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu’ya yayılmış Tüm kötüler ondan korkar olmuş Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa’nın O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya Köroğlu doğuya gelir O sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür Sinirlenir Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş Köylülerin söylemesi böyle Yiğitlerin kavgası O zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu’nun atı Kırat’la güreş-mekte Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor "Ola benim atım Köroğlu’nun atını alt etmiş, ben Köroğlu’nu alt etmezsem halim nic’ olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu’nu yere vurmuş Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş Mustafa Bey bırakmış Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış Bir atı var Ala Paça peh peh peh Mecal vermez Kırat kaça hey hey hey Az kaldı ortamdan biçe Ağam kim, Paşam kim, Nigar kim, Hanım kim Kiziroğlu Mustafa Bey Bir beyin oğlu Zor beyin oğlu diyeKöroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır Kapıyı çalıp içeri girer Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider Anadolu insanının takdiri Köroğlu’nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars’a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu’nu saygı ve sevgiyle anmaktadır YaReN Aman Felek Kömek Eyle Aman felek kömek еyle bu günde Nagah yеrde geldi aldı derd beni Gеce gündüz оda yandım alışdım Tutdu yоlum yоlum yоldu derd beni Gurbet еlde uca dağlar aşalı Ah еtdikçe kara bağrım dеşeli Ben Aslı imden ayrı düşdüm düşeli Delik delik еtdi deldi derd beni Felek benim ile inad еyledi Kem ile hicrandı töhfen söyledi Keskin kılıcıyla bağrım tеyledi Bölük bölük еtdi böldü derd beni Gеce gündüz kesmez gözümün yaşı Saldı kanlı felek başıma daşı Erzrum dağında kеçirdim kışı Ahır çölden çöle saldı derd beni Bilmem hayal mıydı yоhsa düş kimi Geldi geçti bоran kimi kış kimi Sefil Kerem yuvasında kuş kimi Tutdu yоlum yоlum yоldu derd beni Aşık Kerem Aman Felek Kömek Eyle Sоfu bunlardan da orada bulunan insanlardan Kеşiş’i sоruşturdu Dеdiler Kеşiş buradan gеçip, Beyazıd şehrine gitti Kerem ile Sоfu o gеce оrada kaldılar, seher vakti tеzden yоla düşüp Beyazıd’a doğru gitmeye başladılar Kerem, dağ eteğini dolanan yol ile gidiyordu Gördü ki bu yеrde, yani, dağ eteğinde о kader çok turaç, keklik ve nice kuşlar var ki, yol üstünde, dağ eteğinde, о tarafa bu tarafa uçuşup duruyorlar Bu olanca kuşların sevincini gören Kerem yürekten efkarlandı Birden bire Kerem’in halı perişan оldu, gönlü gam ile doldu Sofu’dan sazı istedi -Sofu şu sazımı ver bu kuşlara bir türkü söyleyeyim Sofu sazı Kerem’e verdi, Kerem sazı sinesine basıp, halına münasip, gönlüne göre bir türkü söyledi YaReN Hekimoğlu Türküsü ve Hikayesi Hekimoğlu derler benim de aslıma Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime Konaklar yaptırdım döşetemedim Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim Konaklar yaptırdım mermer direkli Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi Hekimoğlu’nu görünce narinim budur dedin mi Çiftlice Muhtarı pşttur pzevnk Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek Hekimoğlu derler bir ufak uşak Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu’na bağlanmıştır Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir Üstelik Hekimoğlu’yla görüşmeye başlamıştır İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu’na düşman olur ve ona savaş açar Hekimoğlu’yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu’nu yaylım ateşine tutar Ötekiler de çevresini sararlar Hekimoğlu’yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır Hekimoğlu’nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir Hekimoğlu’nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu’nu bir türlü ele geçiremezler Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu’nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar Bütün çevre kuşatılmıştır Evin altında bir fırın vardır Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor Gittiği ev muhtarın evidir Bu Muhtar, Hekimoğlu’ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır Hekimoğlu, Muhtarın yüzünden kıstırılmıştır Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında Adeta namlular kurşun kusmaktadır Özetle olur orada Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında 1-Hekimoğlu, çatışma sırasında çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor 2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu’ya kadar geliyor ve burada ölüyor Hekimoğlu, tipik bir örneğidir Haklı bir nedenle dağa çıkıyor Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de dir Hekimoğlu Türküsü’nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen in özelliği şudur Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor Bu yüzden Hekimoğlu’nun, adı, Hekimoğlu’nun adı le özdeşleşmiştir YaReN Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun? Türküsü ve Hikayesi Kayseri Güz güneşi sarı sarı devriliyordu o ikindi üzeri de uzaklardaki mor dağların ardına Elinde su testisi, köyün çeşme başında, sıraya girmişti Yedi yıl önce beş altı yaşındaki kızlar şimdi varmışlardı on iki , on üçlerine Düğün davulları aynı gün birlikte döğülen Hatça’yla Zalha’nın üçüncü çocukları koşup oynuyorlardı Derin bir iç geçirdi Bir çocuğu olsaydı bâri Oğlan değil, kızı O zaman olsaydı şimdiye yedi yaşında Çeşmeden su getirmese bile, evde aşa muşa el atar, ortalığı toplar, anasına can yoldaşı olurdu Ama İstanbul gurbetinde yedi yıldır eylenen eri, istemezdi kız evlât Erkek olmalıydı çocuğu Erkek olmalı babası gibi bilekli, kocaman kocaman elli, ayaklı, kaşı gözü kudretten sürmeli On yaşına varmadan, çifte çubuğa el atmalıydı Yedi yıldır İstanbul gurbetinde eyleşen böyle isterdi oğlunu Babasının soyunu sürdürmeli, köy çocuklarıyla dere kıyısında güleş tutup, kendi akranlarını yere kabak gibi vurmalıydı Gene derin bir iç geçirdi Yedi yıl, yedi koca yıldır İstanbul dedikleri güzeli bol, seyranı renkli İstanbul’da ne bekliyor da gelmek bilmiyordu? Sakın orda gül yüzlü, bal dudaklı, kara kaş kara gözlü bir güvercin göğsü topukluya Ağlıyası geldi birden Düşünmek istemiyordu bunu O pençeli, o tuttuğunu koparan, o boylu poslu erkeğinin bir İstanbul kızına tutulup ondan dolayı sılasını unuttuğunu öğrense öldürürdü kendini "Vallaha öldürürüm!" dedi içinden sert sert "Günahı, vebali varsa ona Kaba sakal hoca tevatür günah dediydi vaazda Hele böyle bir şey olsun" Yanında bir karaltı Kendine gelerek gözlerinin yaşardığına dikkat etti, sildi elinin tersiyle gözlerini Resullarin Emine anaydı gelen – Ne o kınalı kekliğim benim? dedi Öksüzüm, yavrum Ne ağlıyon? Telâşlandı – Yoook, ağlamıyorum nene Gün görmüş, umur sürmüş kırış kırış nene inanmadı – Ağlıyon kınalı kekliğim, sürmelim ağlıyon Ben bilmem mi ne diye ağladığını? Vefasızın diktiği fidanlar meyveye geldi Onunla gurbete gidenler yedinci sefer dönüyorlar sılaya O nerde? Hani? "Kınalı keklik" gene derinden bir çekti Güneşin yarı yarıya derildiği mor dağlara baktı Gözlerinden yuvarlananlara dur diyemiyordu gayri Varsın aksınlardı Nene’nin dediği gibi, öksüze bu dünyada gülmek yoktu Keten yelekli, burma bıyıklısı İstanbul gurbetinde belki de bembeyaz bir istanbul kızıyla unutmuştu sılasını Dili de varmıyordu ama, unutmasa ne diye yedi yıldır dönüp gelmesin? Dönüp gelmedi diyelim, insan iki satır bir şeyler de mi yazamazdı? İlk gittiği aylar nasıl yazıyordu? Demek unutmuştu? Unutmuştu demek ha? Hıçkırdı Genç, yaşlı kadınlar, ellerinin kınasıyla çiçeği burnunda kızlar toplandılar başına Sormadılar hiçbir şey Biliyorlardı Sorup da ne diye yüreğini büstübün kaldırsınlar? Biri – Sus bacım, dedi Sus! Bir başkası – Gözlerinden döktüğüne yazık! Sağdan soldan herkes bir şey söylüyordu – El oğlu değil mi? En iyisinin köküne kibrit! -Vallaha Amasyanın bardağı, biri olmazsa biri daha bence – En doğrusu bu ama – Dinlemiyor ki! – Bu gençlik, bu tâzelik – Yedi yıl, yedi yıl anam Dile kolay İnsan eksik eteğini yedi yıl sılasında unutur mu? Sıkıldı, bunaldı Ağlamıyordu artık Zaman zaman bu Mâdem erkeği İstanbul gurbetinde yedi yıldır unutmuştu onu, o da varsın istidayı boşansın bir güzel, varsındı bir başkasına Elini sallasa ellisi, başını sallasa Duramadı karıların arasında Onüçünde bulup yitirdiği, yirmisine vardığı halde bir türlü geri dönemiyeni içinden bir sızı bir geçti Testisini koydu çeşmenin iplik gibi akan suyunun altına Testi dola dursun, gittiyse keyfinden mi gitmişti İstanbul’a? Gözü kör olasıca yokluk Düşmanına avuç açtıran yokluk yüzünden, birkaç para kazanıp öküzü ikileştirmek, birkaç dönüm tarla daha alıp babadan kalan bir kaç dönümüne eklemek için O gece, o gece işte, nasıl yatırmıştı koluna! Nasıl okşamıştı saçlarını, neler demişti? İstanbul gurbetine gidecek, çok değil yazı orda geçirip, güze, olmazsa kışa koynunda desteyle para, dönecek O zamana kadar bir de oğlu olmuş olursa, eh gayri, keyfine son olmıyacaktı! Başındaki beyat örtüyü çenesinin altında çözüp yeniden bağladı Yedi yıl, yedi koca yıl! Kocasının isteğince bir oğlu olaydı bâri Testisinin dolup taşmakta olduğunun farkına bile varmadı Bir oğlu olsa o zamandan bu zamana, altı yaşında mı olurdu? Bösböyük, palazlanmış delikanlı Akranlarıyla dere kenarında güleş mi tutardı? Babası gibi pençeli olur da akranlarını yere kapak gibi mi vururdu? Ekimde tarlaya birlikte mi giderler, hasat vakti düveni birlikte mi sürerlerdi? Babasının kokusunu mu taşırdı? – Kınalı keklik kaldın gene Bak testin doldu, taşıyor! Kendine geldi İnsanoğlunun aklına şaştı Gözleri testisindeydi güya Testisinde olduğu halde, görememişti dolduğunu Çekti lülenin altından Güldü acı acı Tuttu evinin yolunu Tuttu ya, şimdi de aklından köyün yaşlıları, gençleri kaynaşmağa başlamıştı Her kafadan bir ses – Deli anam deli bu! – Doğru bacım, deli – Beni yedi yıldır sılamda unutacak da – Ben de hâlâ yolunu bekliyeceğim onu ha? Sonra kafa kafaya, fısıl fısıl bir konuşma Ah bu konuşma, ah bu konuşmalar Evden içeri girerken, Dursunların Hacı’yı hâtırladı elinde olmıyarak İnce, kapkara kaşları yıkıldı sinirli sinirli Testiyi bıraktı kapının yanına, geçti pencerenin önünde dayandı duvara sağ omzuyla Odada kimse yoktu, tek başınaydı ya, deminki karılar, kızlar, orta yaşlıların hayalleri doldurmuştu odayı Alev saçan bakışlarıyla sanki topuna haykırdı – Dursunların Hacı, Kara Hacı başınızda parçalansın Atın yerine eşeği bağlamıyacağım işte, bağlamıyacağım! Kara Hacı da neydi ki sırma bıyıklı Ali’sinin yanında? Değil yedi yıl, on yıl dönmese sılasına, onu gene unutamazdı işte! Güz güneşi çoktaan devrilip gitmişti mor dağların ardına Gece iniyordu köye ağır ağır Loş oda farkına varılmaksızın kararıyor, derinleşiyordu Derken bu yandaki kapkara dağların ardından bakır kızılı kocaman bir ayın tekeri gözüktü Sonra ağır ağır yükseldi göklere, ufaldı, bakır kızılını yitirdi, pırıl pırıl yanmağa, saz örtülü dumanlarıyla ker*** evleri süslemeğe başladı Canı ne yemek istiyordu, ne de su Gel desen gelmez miydim? Şu güzellerin doldurduğu elmastan kadehleri ben dolduramaz mıydım? Ali bakıyordu, sadece bakıyordu Oysa hem ağlıyor, hem söylüyordu – Ketenden yeleğini bile ben dikmedim miydi? Benim gibi bir öksüze dünyayı haram etmeğe nasıl kıydın? Yiğitliğine yakışır mıydı gurbette beklemek dayanacak özümün tükendiğini anlamadm mı? Ali susuyor, boyuna susuyordu Taştan ses çıkıyor, Ali’den çıkınıyordu Sözlerinin ardını getirdi ağlıya ağlıya – İnsafsız yedi yıl oldu sen gideli, diktiğin fidanlar meyvaya geldi tekmil Birlikte gittiklerinizin tümü yedişer sefer geldiler sılalarına Buraların güzelleri çoktur ama sana yaramaz Durmadın sözünde Ali’m Sözünde durmayana erkek demezler biliyor musun? Kavlimizde gidip de dönmemek varmıydı vefasız? Fakat Ali hiç ses vermeden bakmış bakmış, sonra çekip giderken duman olmuştu âdeta Bağırmıştı ardından, bağırmış, bağırmış Fakat Ali Uyandı Güneş bir mızrak boyu yükselmişti Kalktı yaslandığı yerden – Hayırdır inşallah, dedi Kalktı usulcak, gitti kapıya, örttü, kalın tahta sürgüsünü itti Ne olur ne olmazdı Kara, kuru Hacı kötü dadanmıştı çünkü Köy bakkalında kafayı çekip elinde saz, düşüyordu tek gözden ibaret evininin yakınlarına Daha bir günden bir güne ne kapısına dayanıp böyle böyle demiş, ne de çeşmeye giderken, yahut da tarlanın yolunu tek başına tuttuğunda yolunu kesmişti Kesmemiş, lâf da atmamıştı ama, köyün cadı karıları pek yakıştırmışlar onu Kara Hacı’ya! Yedi yıldır İstanbul’u mesken tutan vefasızını düşüne düşüne uykuya varıverdi Dünya çoktan silinmiş, ay devrini tamamlayıp elini eteğini çekmişti dünyanın göklerinden Devrile kaldığı yerde mışıl mışıl uyuyordu Uykusunda düş Düşünde İstanbul gurbeti Taşı toprağı altındandı İstanbul gurbetinin Ali’sini aramağa gitmişti düşünde Bulmuştu da Güzellerin arasındaydı Bir kıyıdan bakıyordu Güzellerden biri dizine başını koyup uzanmıştı boylu boyunca Bir başkası gümüş bir kupayla şarap veriyor, daha bir başkası da dudağından öpmeğe uzatıyordu dudaklarını O zaman, o zaman işte, gizlendiği kıyıdan çıkıvermişti Ali şaşırmış, bırakıp güzellerini, koşmuştu yanına Açmıştı ağzını Ali’sine, yummuştu gözünü – İstanbul’u mesken mi tuttun? Bu güzelleri gördün beni unuttun mu? Sılasına gelmeğe yemin mi ettin yoksa? Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun aman Gördün güzelleri ben unuttun aman Beni evinize köle mi tuttun aman Gayri dayanacak özüm kalmadı aman Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman Yarim sen gideli yedi yil oldu aman Diktigin fidanlar meyveye döndü aman Seninle gidenler silaci oldu aman Gayri dayanacak özüm kalmadı aman Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman YaReN "KIRMIZI GÜL DEMET DEMET" TÜRKÜSÜ VE HİKAYESİ Kırmızı gül demet demet, Sevda değil bir alamet, Balam nenni, yavrum nenni Gitti gelmez ol muhannet Şol revanda balam kaldı, Yavrum kaldı, balam nenni Nenni ya! Nenni ki nenni! Yavrum nenni! Bir demet kırmızı gülle gelen nenni! Nasıl oluyor derseniz, türkünün dilini açmak gerek Varıp sormak gerek türküye ”Ey türkü nedir bu demet demet kırmızı gül ve de nenni! Yavrum nenni Balam, nenni” Bu demet demet gül hem de kırmızısından, sevgiliye duygu mu taşıyor? Neden kırmızı gül de kır papatyaları değil? Şöyle sarılı beyazlı, düz sarılı, öküz gözü gibi, kırdan toplanmış papatyalar değil de, demet demet kırmızı gül? Onların sevgi dili yok mu? Onlar duygu simgesi gül kat Ama bir tek! Benim tek gülümsün, gönlümdeki yerin kır çiçekleri kadar engin, kır çiçekleri kadar zengin ve doğal, demiş olmazmısın? Ama senden iyisini bilecek değiliz ya! Kırmızı gülü seçmişsin sen Hem de demet demet Ha bir de balam’ meselesi var! Yavrum diyorsun Nenni’ diyorsun Gitti gelmez’ diyorsun Yoksa bir ananın balasına, yavrusuna çağrısı mı bu? Şol Revan’da kalan balası üstüne mi söylenmiş? REVAN, bugünkü adıyla ERİVAN, yani günümüzde Ermenistan’ın başkenti Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17 yüzyıl sonrası Neden derseniz, REVAN Osmanlının önemli bir ticaret merkezi o zamanlar Ama bir ara elden çıkmış, Safeviler işgal etmiş Yıl 1635 Dördüncü Murat ikiyüzellibin kişilik bir orduyla REVAN seferini düzenlemiş Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, REVAN yeniden Osmanlı topraklarına katılmış Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş Mal götürüp, mal getirmişler Memet de gidip gelen kervancılardan birisi Anasının da tek balası’ Tek oğlu! Erzurum yöresinde üç beş dönümlük tarlalarını ekip dikiyorlar Yetiştirdikleri ürünü de kervana katıp, REVAN’da satıyor Memet Memet de Memet hani Karayağız bir delikanlı Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü Bir de alışkanlığı var Memet’in Her akşam tarla dönüşü, bahçelerden derlediği demet demet gülleri getiriyor anasına Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti Sevgi saygı simgesi Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana Onlara baktıkça oğlunu görür gibi oluyor Hele Memet kervandaysa Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş, gazelleşmiş demetinde ananın Rüyaları hep Memet üstüne REVAN yollarını düşlüyor hep Kimi zaman kara saplanmış görüyor kervanı Kanter içinde uyanıyor hayra yormaya çalışıyor Kimi geceler de toza dumana katılmış kervanın, atının eşeğinin devesinin bir toz bulutu içinde kayboluşunu düşlüyor Bir hortum, yutuyor kervanı Koca kervan döne döne göğe çekiliyor Geride ne bir at, ne de bir deve, ne de insan kalıyor Memet’i arıyor gözleri Kara yağız, kaytan bıyık Memet, ellerini uzatıyor anasına Tut ellerimi’ diyor Ama ne gezer Anasının elleri boşlukta kalıyor Sözün kısası günü gelip de kervan REVAN’dan dönene kadar bu böyle sürüp gidiyor Kervanın dönüşünü dört gözle bekliyor Bazen kışın yola saldığı oğlu yazın dönüyor Bazen de tersi oluyor Kervanın dönüşü, bayram gibi! Kimi kocasını, kimi yavuklusunu karşılıyor Kimi analar da oğlunu Sarılıp, ağlayanlar, sevinç gözyaşı dökenler Yemen seferinden döner gibi Gerçi savaş dönüşü değil ama; hastalığı sağlığı var Karı var, ayazı var! Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış Veba hastalığı kırıp geçiriyor ortalığı İlkin bir ateş sarıyor bünyeyi Kusma, iltihap, baş dönmesi En sonunda da sayıklama Artık kurtuluşu yok Sayıklaya sayıklaya götürüyor insanı En erken üç gün En geç yedi gün içinde başlıyor sayıklama Kurduğu tüm dünya yok oluyor bir anda insanın Sevgiliye özlem, alınan armağanlar Söylenecek güzel sözler ”Sensiz olamam Sen benim her şeyimsin Güne seninle başlıyorum Seninle bitiyor gecem Zaman yitirmemek gerek demiştin Oysa günler su gibi geçti Ne bir ses; ne bir nefes Düşlerdeki yerin hariç Oysa seninle her şeye yeniden başlayacaktık Öyle demiştik ”Yaşam o kadar kısa ki; hiç zaman yitirmek istemiyorum seninle olmak için” Bunları sen söylemiştin Sıcaklığın avuçlarımdaydı Kuytu bir sokak arası mıydı? Yoksa aşıklar yoluna girişte miydi? Bir tek gözlerin kalmış belleğimde Bir de kuşların bitmeyen şakımaları Ne de güzel batmıştı güneş Alaca ışığın, alaca karanlığa dönüştüğü an Akşam güneşinin, yavaş yavaş yok oluşu muydu güzel olan? Yoksa alaca ışığın, alaca mutluluğa dönüştüğü an mıydı en güzeli Bahar mı kokuyordu saçların Yoksa gerçekten bahar günleri miydi? İşte böyle sevgili Ben şimdi senden uzak Seni sayıklıyorum Ellerini tutabilsem yeniden Yüzüme dokunsa saç tellerin Ama ne gezer! Kuytulardan kaybolmayı severim demiştin Aniden yok oluyorsun düşlerimden Ellerim boşta kalıyor Hem anamın hıçkırığı niye Uzattığım ellerimi tutsa ya! Ateşler içindeyim Bildiğim türküleri mırıldanıyorum; yokluğunuzda Gurbet elde baş yastığa gelende, Gayet yaman olur işi garibin, Gelen olmaz giden olmaz yanına, Bir çalıdır mezar taşı garibin Bir çalının dibine gömüyorlar Memet’i Söylenecek sözleri, sevgiliye, anasına özlemiyle birlikte örtüyorlar üstünü Kara toprak alıyor bağrına Gençmiş Sevenleri varmış Anası yavuklusu yol gözlüyormuş Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir Memet’i de Revan’da vebayla yakalıyor Sayıklaya sayıklaya gidiyor Memet Kucak dolusu kırmızı güller elinde kalıyor Sevgiliye özlemi de dilinde! Artık bir çalıdır mezar taşı Memet’in! Bir tek Memet değil vebaya teslim olan Kervanın çoğu kırılıyor Sahipsiz mezar oluyor Revan da Kalanlar perişan Utangaç Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi Ağır ağır Erzurum’a giriyor kervan Analar, bacılar, sevgililer, oğullar, eşler Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı Aradığını bulan sarmaş dolaş Gözyaşları hıçkırıklara karışıyor Aradığını bulamayanlar, ilk rastladığına soruyor ”Oğlum Memet’im nerede Birlikte çıktınız kervana Nerede kaldı” Sen sen ol da gel yanıtla "İlkin kusma başladı Sonra da bir ateş En son sayıklama başladı Tüm sevdiklerini bir bir sıraladı Titreye titreye sayıkladı Yedi gün dayandı Memet Sonra Sonra bir çalının dibine gömdük onu” Gel de söyle bunu Söyleyebil! Hem de anasına O ana deli olup dağlara düşmez mi? Avuçlarını göğe açıp ol tabipten medet dilemez mi? Kırmızı gülden merhemlik istemez mi? Karayağızın güzeli oğlunu, canından parçayı alıp götüren ölüme, ilenmez mi? Ölümün hepsi kötü Ana, baba, anneanne, dede Hepsi kötü Dün var olan Soluyan, nefes alan; nefes veren Bir anda yok artık Yerinde yeller esiyor Şekli şemali, son sözleri, yavaş yavaş yok oluyor Belleklerden siliniyor Yaşlı ölümü neyse ne! ”Öldü de kurtuldu" diyor insan Ya gencecik ölümler Muradı gözünde gidenler Anadır, alıyor veriyor veriyor alıyor Oluru yok Diline kırmızı gülleri doluyor Ol tabipten medet diliyor Olmuyor Ver elini dağ yolları Dilinde türküsü Gönlünde oğlunun hayali Deli olup dağlara düşüyor O’nu son görenler elinde bir demet kırmızı gül, dilinde ”Kırmızı gül demet demet Sevda değil bir alamet Şol Revan’da balam kaldı Yavrum kaldı” diye diye haykırdığını söylediler Kırmızı gül demet demet Sevda değil, bir alamet Balam nenni, yavrum nenni, Gitti gelmez ol muhannet, Şol Revan’da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni, Kırmızı gül her dem olmaz, Yaralara merhem olmaz Balam nenni, Yavrum nenni, Ol tabipten derman gelmez Şol Revan da balam kaldı, Yavrum kaldı, Balam nenni Kırmızı gülün hazanı, Ağaçlar döker gazalı, Karayağızın güzeli Şol Revan da balam kaldı, Yavrum kaldı Erzincan'ın En Sevilen Türküleri Doğu Anadolu bölgesinin güzide şehirlerinden biri olan Erzincan, tarihsel ve kültüren özellikleriyle ön plana çıkmaktadır. Erzincan zengin tarihi ve kültürünün yanı sıra türküleri ile de oldukça sevilen illerimizdendir. İşte sizler için bir araya getirdiğimiz en sevilen Erzincan türküleri ve hikayeleri... Erzincan'a Girdim Ne Güzel Bağlar Fidan Engin'e ait bir eser olan "Erzincan'a Girdim Ne Güzel Bağlar", Erzincan türküleri içinde en çok sevilen bir uzun havadır. Türkünün hikayesi, 1. Dünya Savaşı sırasında Erzurum'u almış olan Rusların Erzincan'a ilerlemesi sırasında, binlerce Erzincalının Anadolu içlerine göç etmesini ve aylar sonra geri dönmelerini anlatmaktadır. Erzincana girdim ne güzel bağlar Erzuruma vardım dumanlı dağlar Elleri koynunda bir gelin ağlar Oy anam anam nasıl dayanam Tanrıdan Diledim Bu Kadar Dilek Salih Dündar'a ait olan bu eser Erzincan'ın en çok bilinen türkülerindendir. Türkü özellikle son dönemde birçok ünlü sanatçı tarafından yorumlanmıştır. Sözleri ise şöyledir Tanrıdan diledim bu kadar dilek aman aman O yarin yüzünü bir daha görek aman aman Bana kısmet değil dizinde yatmak aman aman Dizinde yatıp da yüzüne bakmak aman aman Nasıl Yar Diyeyim Ali Ekber Çiçek'e ait olan bu eser, Erzincan yöresinin en bilindik türküleri arasındadır. Türkünün ilk dörtlüğü şu şekildedir; Nasıl yar diyeyim ben böyle yare Mecnun edip çöle saldıktan sonra Alemin bağına bülbüller konmuş Nidem benim gülüm solduktan sonra Derdim Çoktur Hangisine Yanayım Erzican'ın sevilen türkülerinden olan "Derdim Çoktur Hangisine Yanayım", Ali Ekber Çiçek'e aittir. Türkünün ilk dörtlüğü şöyledir Derdim çoktur hangisine yanayım Gine tazelendi yürek yarası Ben bu derde nerde derman bulayım Meğer şah elinden ola çaresi Yandım Hudey Türküsü Anonim bir Erzincan türküsü olan bu eserin hikayesi şöyledir; Seferberlik yıllarında askere alınanlar, ya çok uzun yılar sonra döner ya da hiç dönmezlermiş. Erzincan'dan bir delikanlı, uzun yıllar sevdiği kızla nihayet evlenir ve gelinle bir hafta bile birlikte kalmadan, askere alınarak Yemen'e gönderilir. Askere giden delikanlıdan uzun bir zaman haber alınamaz. Delikanlının öldüğü sanılır ve babası, gelinini kendisiyle evlenmeye ikna eder. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra delikanlının askerliği biter ve Erzincan'a döner. Evine vardığında, hanımı iki gözü iki çeşme, durumu olduğu gibi delikanlıya anlatır. Delikanlı bu durum karşısında, beyninden vurulmuşa döner. Türkünün ilk dörtlüğü ise şu şekildedir Ev damına girdim aney yandım hudey diley diley Elleri hamur Gözünden akıyor bir sulu yağmur oy Baba nerden aldın aney yandım hudey diley diley Sen bu gelini Bir Güzelin Aşığıyım Erenler Sevilen bir Erzincan türküsü olan "Bir Güzelin Aşığıyım Erenler", Davut Sulari'ye aittir. Bir güzelin aşığıyım erenler Onun için taşa tutar el beni Gündüz hayalimde gece düşümde Kumdan kuma savuruyor yel beni Gönül Gel Seninle Ali Ekber Çiçek'e ait olan bu eser, Erzincan'ın en bilinen ve sevilen türkülerinden biridir. Türkünün sözleri ise şu şekildedir Gönül gel seninle muhabbet edelim, Araya kimseyi alma sevgilim, Ya benim kimim var kime yalvarayım, Kaldır kalbindeki karayı gönül. Haydar Haydar Ali Ekber Çiçek'e ait olan "Haydar Haydar" Erzincan'ın sevilen türkülerindendir. Türkünün düzenlemesini ise Muzaffer Sarısözen yapmıştır. On dört bin yıl gezdik pervanelikte Sıdkı ismin duydum divanelikte İçtim şerbetini mestanelikte Kırkların ceminde dara düş oldum. Hekimoğlu, Ordu denildiği zaman akla ilk gelen türkülerdendir. Fatsalı olan Hekimoğlu’nun farklı farklı hikâyeleri, Ünye ile Fatsa ilçelerinde dilden dile söylenir. Kimine göre eşkıya, kimine göre mazlumun yanında bir iyilik savaşçısı olarak bilinir. Bazı rivayetlere göre sadece Ünye, Fatsa ve Ordu içerisinde yaşamamıştır. Tokat ile Niksar arasında da bulunduğu ve yaşamının belli dönemlerini buralarda geçirdiği söylenir. Asıl adı Hekimoğlu İbrahim’dir. Hekimoğlu’nun asıl hikâyesi Gürcü Beyi ile girdiği çatışmaya dayanır. Hekimoğlu, Narin isimli bir kızı sevmektedir. Gürcü Bey’i de Narin ile sözlüdür. Hekimoğlu fakir bir aileden gelmekte olup, annesi ile birlikte yaşamaktadır. Tüm hikâye de Narin ile Hekimoğlu’nun ilişkisi ile başlayıp bambaşka bir hale dönüşür. Hekimoğlu’nun Dağları Mesken Tutması Hekimoğlu İbrahim, Narin ile gizli gizli görüşmeye devam eder. Bunu haber alan Gürcü Bey’i Hekimoğlu’nun peşine düşer. Belirlenen gün ve mevkide Hekimoğlu ile birlikte karşı karşıya gelecekler ve hesaplaşacaklardır. Kararlaştırılan yere Hekimoğlu yalnız gelmesine rağmen Gürcü Bey’i sözünde durmayarak, yanında bir yığın adamı ile birlikte gelir. Abluka altına almaya çalıştıkları Hekimoğlu bir şekilde bu çemberi delerek kaçar. Bu tarihten sonra artık yaşamı kaçarak devam etmeye başlar. Gürcü Bey’i son derece nüfuzlu ve herkesi etki alacak güce sahiptir. Olmadık iftiralarla Hekimoğlu’nu yakalatacak boyutta hareketlere başvurur. Artık Hekimoğlu’nun meskeni dağlardır. Burada yanına iki tane sevdiği ve güvendiği amcaoğlunu da alır. Hekimoğlu’nun Haklıyı Koruma Mücadelesi Hekimoğlu, dağlara çıktıktan sonra daha da güçlenir. Yaşı ilerlemekte, o yoksul ve toy İbrahim, yerini olgun ve gözü kara Hekimoğlu’na bırakmaktadır. Onunla birlikte haksızlığa uğrayan başka gençler de yanında saf tutarak, giderek çeteleşme yolunda ilerlerler. Hekimoğlu, zenginden alıp fakire veren, mazlumu doyuran, haklının yanında olan biri olarak nam salmaktadır. Orta ve Doğu Karadeniz’de adı giderek daha da duyulur. Ondan çok korkan olduğu gibi çok ta seven ve hürmet eden bir kesim de bulunur. Kendine has giyimi ve türkülere konu edilen aynalı martini en temel özelliğidir. Mert ve cesur kişiliği ile Ordu’nun en temel simgesi haline gelir. Aynalı Martin’in Hikâyesi Hekimoğlu, çetelerle savaşırken, tüm alanı aynı anda görmek ister. Yanından gelen, arkasından onu vurmak isteyen herkese karşı tedbirli olacaktır. Aynalı martin yaptırarak bu konuya bir çözüm bulur. Mavzerine yaptırdığı aynalı martin, onun çatışmalarda bir kurtarıcısıdır. Çatışma anında karşısındaki düşmanına aynayı yansıttığında gözlerinin net görememesi, karşı tarafı alt etmesini sağlamıştır. Ölümü konusunda da birçok rivayet bulunur. Bu rivayetlerden en bilineni, Gürcü Bey’i ile yaptığı çatışma sonucunda atının üzerinde iken vurulur. Yaralı vaziyette Ordu içerisine kadar at sırtında gelir. Yaraları ağırlaşması sebebiyle de kan kaybından kısa sürede vefat eder. Türküleri ve hikâyesi yaşadığı Ünye ve Fatsa yörelerine kültür mirası olarak kalır. Siz değerli okurlarımızın yorumlarını bekliyoruz lütfen yorum yapmayı unutmayınız 🙂Daha fazla hikaye okumak isterseniz Türküler ve Hikayeleri kategorimizi inceleyebilirsiniz. Bir Hışmınan Geldi Geçti Kiziroğlu Hikayesi Bu türküyü dinleyen herkesin kafasında bir soru belirir. Kim bu Kiziroğlu Mustafa Bey ? Köroğlu ile ne ilgisi var? Bu türküyle ilgili birçok söylenti var ama en ilginci sanırım bu. Kizir, Kars'ın Susuz kazasına bağlı bir köydür. Bu köy Kısır dağlarının geniş eteklerine kurulmuştur. Köyün dört bir yanından ise soğuk pınarlar akar. Köy düz toprak damlı evlerden oluşmaktadır ve köyün hakim bir yerin de de bir kale kalıntısı vardır. Köylüler Kiziroğlu'nun kalesi derler buraya. Kiziroğlu bu köyde yaşamış ve bura da efsaneleşmiştir at binip kılıç kuşanırSöylentiye göre şimdiki Kiziroğlu Köyü’nün yerinde bir birinden uzak yirmi yirmi beş kadar ev bulunmaktaymış. Bölge dağlık ve ormanlık olduğu için insanları da bu nedenle olacak ki çok serttir. O zamanlar burada yaşayan insanların başında bulunan kişiye "Kizir" derlermiş. Kizir Muhtar demektir. Gün gelmiş zamanın kizirinin ünü tüm Anadolu'ya yayılmış. Tüm kötüler ondan korkar olmuş. Gel zaman git zaman Kizirin bir oğlu olmuş. Daha küçükken iyi at biner, kılıç kuşanır olmuş. İşte Kiziroğlu Mustafa Bey bu çocuk. Bütün çocukluğu Kısır Dağı’nda at binip avlanmakla geçmiş Mustafa'nın. O da babası gibi büyüyünce namlı bir yiğit olmuş, haksızlık ve adaletsizliklerle savaşmaya başlamış. Zaten onun bulunduğu çevrede kimse haksızlık etmeye cesaret edemezmiş ya . Köroğlu doğuya gelirO sırada doğuya gelen Köroğlu Kısır Dağları’nda Ferro deresine yerleşir, amacı doğudaki haksızlıkları yok etmek. Bir gün Köroğlu bir at gezisinde Kizir Köyü’nü görür, "Burada ki adaletsizlikler de benden sorulur" der ve gider orada bir kale kurar. İşlerinden dolayı bir müddet köyünden ayrı kalan Kiziroğlu köye döndüğünde Köroğlu’nun kalesini görür. Sinirlenir. Köroğlu’nun yanına gider, sertçe çıkışır "Sen kim olasın ki benim yurdumda saltanat süresin" Her ikisi de bir birlerini kötü insan olarak bilirlermiş. Köylülerin söylemesi böyle. Yiğitlerin kavgasıO zamanın adaletine göre iki yiğit dövüşür, galip gelen diğerini öldürüp savaşı kazanırmış. Köroğlu ve Kiziroğlu günlerce at üstünde kavga etmişlerse de yenişememişler. Kılıç kavgasında ve güreşte de yenişememişler. Mustafa Bey’in atı Ala Paça da Köroğlu'nun atı Kırat’la güreş-mekte. Mustafa Bey şöyle bir geri bakmış ki ne görsün atı Ala Paça Köroğlu’nun atını alt etmiş duruyor. "Ola benim atım Köroğlu'nun atını alt etmiş, ben Köroğlu'nu alt etmezsem halim nic' olur" deyip gayrete gelmiş Köroğlu'nu yere vurmuş. Tam kamasını çekmiş vuracağı sırada Köroğlu "Dur yiğit, bana biraz mühlet ver yiğitlerimi göreyim karımla helalaşayım" demiş. Mustafa Bey bırakmış. Köroğlu eve gidip olanları karısına sazıyla sözüyle anlatmaya başlamış. Bir atı var Ala Paça peh peh pehMecal vermez Kırat kaça hey hey heyAz kaldı ortamdan biçeAğam kim, Paşam kim, Nigar kim,Hanım kimKiziroğlu Mustafa BeyBir beyin oğluZor beyin oğlu diye...Köroğlu geciktiği için evine kadar gelen Kiziroğlu kapı aralığından türküyü duyunca duygulanır ve utanır. Kapıyı çalıp içeri girer. Mustafa Bey’i karşısın da gören Köroğlu her şeyin bittiğini düşünürken Mustafa Bey sarılıp onu öper. "Sen benden daha yiğitsin Köroğlu" der. Köroğlu da "Ben artık buradan gideyim burada senin gibi mert ve yiğit biri varken kalmak olmaz" der ve köyü terk edip batıya gider. Anadolu insanının takdiriKöroğlu'nun Bolu Dağları’ndan çıkıp ta Kars'a gelmesi o zamanın koşullarında olanaksız gibi. Ama halk düşüncesi iki yiğidi Doğu Anadolu da önce çarpıştırıyor sonra barıştırıyor. Bu, Anadolu insanının kahramanlarına, haksızlıklara direnenlere verdiği değeri gösterir. Kiziroğlu öyküsü tepeden inmemiştir, böyle bir yiğit yaşamış ün almıştır. Halk da bu söylenceyle Kiziroğlu'nu saygı ve sevgiyle anmaktadır.

doğu anadolu türküleri ve hikayeleri