Mücahit İsmi İle İlgili Akrostiş Şiir. Mücahit İsmine Akrostiş Şiirler mücahit akrostişi,mücahitle ilgili akrostiş şiir çalışması,mücahit adına akrostiş şiiri,baş harfleri mücahit olan şiir,mücahit isminin baş harfleriyle.
Bukitaptaki yazılan, bu otuz üç yılın son on yılında, yani 1951 ile 1961 yılı arasında yazdığım yazılardan derledim. Bunları bir kitap haline getirmek istememin nedenlerini açıklamak isterim. Her şeyden önce, neredeyse hepsinin, bu şaşırtıcı modem dünyadaki özel yaşamla ilgili bir şeyler banndırdığına inanıyo
Leb~ لب, Farsça kökenli bir sözcüktür. Türkçeye de bu dilden girmiştir. Sözlüklerdeki anlamı dudaktır. Divan edebiyatı ve Osmanlıcada leb ile ilgili pek çok- terkip- tamlama kurulmuştur. Şeker-leb: şeker dudaklı. Gonce-leb: Gonca dudaklı, gonca gibi dudağı olan. leb-i âftâb : gölge. leb-i cânân: sevgilinin dudağı.
2 Nisan 1899'da istanbul Gedikpaşa'da doğdu ve ismi Tevfik Fikret tarafından konuldu. Babası Trabzonlu köklü bir aileye mensup olan şair İsmail Safa, annesi Server Bedia Hanım'dır. Bir buçuk yaşındayken babası sürgünde bulunduğu Sivas'ta öldü ve ağabeyi İlhami ile birlikte annesi tarafından zor şartlarda yetiştirildi.
Dünyanın sayılı milyarderlerinden biri ve başarılı bir yatırımcı olan Warren Buffet yatırım kariyerine başladığında, günde 600, 750 ya da 1.000 sayfa kitap okuyordu. Financial Post gazetesi, Warren Buffet'ın 20 yıl boyunca gerçekleştirdiği röportajlar ve hissedar mektuplarından yola çıkarak başarılı iş adamının
b Oluşturduğunuz duvar gazetesindeki “bilgi” ve “bilginin gücü” ile ilgili seçtiğiniz sözden hareketle duygu ve düşüncelerinizi arkadaşlarınıza anlatınız. Cevap: Bilgi insanların sürekli olarak gıda gibi alması gereken ve öğrendikçe bilgiye ulaştıkça mutluluk veren bir unsurdur. 7. ETKİNLİK. 7.
WHcW. Yıl 1905, Mustafa Kemal yirmi dört yaşında...Hobbson’un Johannesburg telefon rehberine bakarak Emperyalizm teorisini yazmasının üzerinden üç yıl geçmiş.. Şarklı Japonya’nın, müstemlekeci Rus Çarlığını yenmesiyle sömürgelerde umut/ milli demokratik devrimler çağı Ekim devrimine giden 1905 inkılabı da aynı döneme denk maddeyi anlamaktan..sosyalist olmaktan bahseden bir devrimcinin tarihe düştüğü not."...Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı.” 5 Ocak elbette katkı olarak bu konuyu değerlendirelim ve metafizik anlamıyla birine madde, diğerine de mana der gibi bilimci ve rasyonalist olduğunu biliyoruz. Kesin çizgilerle doğmatik ve taklitçi görüşlere da çalışma sistematiğiyle; hep soyutlayıcı olarak biliyoruz. Evrimsel veya yaratılış olarak bu şekilde kurgulanıp, proğramlanmıştır diyebiliyorum...Soyutlamayı ayrıştırma; en son ayrışanına veya örtüşenine değin dizgeleme ve teorik bakışın önden; sona, sondan tama doğru yapılmış bir eylemci görüsü olarak ve ettiği bu söze, ulusal kurtuluş savaşı ve devrimler sırasındaki mücadelelerinden de bakarsak bunu milleti, feodalizmden ulus devleti soyutlaması en büyük temel devrimleri getirmiş, buradan da asal sayabileceğimiz daha üst yapısallığa giden süreci maddeleştirmek, teorileştirmek ve düşünsel düzlemde ileri devinik eylemler sizden ileri olanla aranızdaki mesafeyi ışık hızındaki bir hareket devinimiyle kısa zaman zarfında kapatabileceğine inanıp, başarmak pratiği Kutlu Ayyüce
Dayı Gösteri bu hafta, GAİN’in merakla beklenen yeni dizisi Duran’ın iki genç başrol oyuncusu, Bahar Şahin vede Oktay Çubuk’u ağırladı. 11 Ocak’ta başlayacak dizinin kıssasını vede sette yaşadıklarını anlatan ikilinin sempatik halleri vede eğlenceli sohbetleri gecenin keyfini ikiye katladı. Çubuk, Duran’ın bir öbür başrolü olan, usta oyuncu İlyas Salman’dan aldığı tavsiyeleri nüktedan bir usulle aktardı. Bahar Şahin’in 14 yaşındayken başından geçen komik set anısı ise tüm stüdyoyu kahkahaya boğdu. Cuma gecelerinin vazgeçilmezi haline gelen Dayı Gösteri, bu hafta GAİN’in 11 Ocak’ta yayına girecek yeni dizisi “Duran”ın genç vede başarılı başrol oyuncuları Oktay Çubuk vede Bahar Şahin’i ağırladı. “At üzere oğlan maşallah kemikli falan” Sette yaklaşık 5,5 ay birbirlerinin tabanından ayrılmadıklarını söyleyen genç rol arkadaşları, Dayı’nın sorusu üzerine birbirlerini telefonlarına nasıl kaydettiklerini söyledi. Bahar Şahin’in Çubuk’u, “At üzere oğlan maşallah kemikli falan” diye kaydettiğini söylemesi herkesi güldürdü. “Yolda tanımıyorlar” S14 isimli bir rap kümesi olduğunu söyleyen Oktay Çubuk, “Rap artık fazla tanınan oldu, ben yapmıyorum” dedi. Fakat Dayı’nın ricasını kırmayarak canlı yayında “Duran” dizisini öveden bir doğaçlama rap müziği söyledi. Dayı’nın “Seni sokakta rapçi oğlan diye mi tanıyorlar, oyuncu oğlan diye mi?” sorusuna, “Tarifıyorlar” karşılığını vedermesi programın en eğlenceli anlarındandı. “Duran, bir umudu olan gençler hakkında” Çubuk, yeni dizinin kıssasını soran Dayı’ya, “Duran aslında ümitsizlikler vede çaresizlikler içinde, bir yere varmayan hayatlarını bir formda yoluna sokmaya çalışan, bir umudu olan gençler hakkında bir iş. Cemiyetsal ileti da taşıyan bir iş” karşılığını vederdi. “Biraz arbede gürültü var ancak en nihayetinde Duran başarmak isteyen gençler hakkında bir hikaye” biçiminde kelamlarını tamamladı. Çubuk ayrıyeten, rolüne hazırlanırken 6 hafta boyunca dövüş eğitimi aldığından bahsetti. “İnanılmaz sabırsızlanıyorum” Bahar Şahin’in dizi ile vede kendi karakteriyle ilgili yorumu ise, “Evvedellikle macera dolu, aşk dolu bir gençlik işi. Yaşamı boyunca hakikat yolu bulamamış, oradan oraya savrulmuş bir kızın en sonunda büyüdüğü bir kıssa. Gerçek aşkı da kurtulmaya çalıştığı yolda buluyor” halinde oldu. Bugüne kadar oynadığı hiçbir işi bu kadar merak etmediğini söyleyen Şahin, “Her gün imalcileri darlıyorum. Artık çıkması için inanılmaz sabırsızlanıyorum” dedi. “İlyas Salman öyküye, Bak oğlum, ben Malatya’da bir köyde doğdum’ diye başlıyor” Çubuk vede Şahin’in yanı sıra Duran’ın başrolünde yer alan bir öbür isim ise 12 sene sonra bu proje ile setlere geri dönen, sinemanın usta oyuncusu İlyas Salman. Dayı’nın Oktay Çubuk’a Salman’dan aldığı en âlâ tavsiyeyi sorması üzerine genç oyuncu, “Birçok tavsiye aldım. Kendisi ayaklı bir sinema tarihi olduğu için bir sürü kıssa anlattı. İlyas abi hayat dolu bir insan. Konuşmayı seveden bir insan. Hikayeyü genelde Bak oğlum, ben Malatya’da bir köyde doğdum’ formunda başlatıyor” dedi. “Açılış sahnesi için Almanya’daydık” Duran’ın açılış sahnesinin Dresden’de çekildiğini söyleyen Bahar Şahin, “Beykoz Kundura’da olacak diye çok korktum ancak 5 gün Almanya’daydık” dedi. Sahnelerin çok hoş olduğunu vede çok şad olduğunu tabir etti. Bahar Şahin’den kahkahalar attıran set anısı Med Yapım’dan Mervede Girgin’in kendisini keşfettiğini söyleyen Bahar Şahin, 14 yaşındayken yaşadığı komik set anısını şu sözlerle anlattı “Slow motion bir sahne çekilecekti. Çok küçüktüm; Sinan Albayrak dedi ki, kamera seni yakalayamaz teknoloji o kadar ilerlemedi. Senin ağır oynaman lazım… Olmamışdi Alkan çekiyordu. Benim de ağlaya ağlaya merdiveden çıkmam lazım. Hoca kızmasın ben o denli oynayayım’ dedim. Onlar ortalarında baya güldüler buna fakat ben çok utanmıştım. Nasıl bu türlü bir şeye inanabilirim demiştim.” Bu öykünün üzerine Şahin, Dayı’nın ısrarı üzerine ağlayarak slow motion merdiveden çıkma sahnesini stüdyoda canlandırdı vede herkesi kahkahaya boğdu. “Sosyal medyadan baya ekmek yiyorum” 1,7 milyon takipçisi olduğunu vede influencer’lık da yaptığını söyleyen Bahar Şahin, “Oradan baya ekmek yiyorum” diyerek, pandemi periyodunda toplumsal medyadan para kazandığını anlattı. Jurnal rutini içerisinde meditasyon yaptığını söyleyen Oktay Çubuk, Dayı ile birlikte canlı yayında meditasyon yapmaya çalıştı. Nihayetrasında ise, Hızli Sorular’da bu hafta Bahar Şahin’e soruları Çubuk yöneltti. Cuma gecelerinin yeni vazgeçilmezi Dayı Gösteri, her Cuma akşamı saat GAİN’de canlı yayında fiyatsız olarak izlenebiliyor. Okan Erkekülgen’den Hülya Avşar’a, Gülşen’den Fatih Ürek’e, Şarap İşcil’den Gupse Özay’a bugüne kadar ağırladığı birbirinden “ünlü” vede renkli konuklarının yanı sıra Dayı, kendine has mizahı vede delikanlı talk gösteri stiliyle da giderek daha büyük bir izleyici kitlesine erişiyor. GAİN artık yıllık abonelik seçeneği ile ayda 13,90 TL yıllık 166,8 TL ödeyerek tüm içerikleri avantajlı fiyatla izleme seçeneği sunuyor. Maaş olarak ise, kredi kartı vede banka kartı ile 21,90 TL’ye, uygulama içi ödeme ile ise 23,99 TL’ye abonelik gerçekleştirilebiliyor. GAİN içeriklerinin bir kısmı her zamanki üzere fiyatsız izlenebiliyor. Kaynak BHA – Ak Erkekaz Havadis Casussı
“İnanmak başarmanın yarısıdır.” sözünü kısaca açıklayınız. Kompozisyona uygun bir başlık sorsanız, herkes hayattaki en büyük amacının başarmak olduğundan söz eder. Evet, hepimizin bir hedefi vardır ve bu hedefe ulaşmak bize göre başarıyı yakalamak demektir. Başarmak için de genel kanı, çok çalışmak emek harcamaktır. Ancak sadece bu yeterli olmaz. İnanmak da başarı da çok önemli bir etkendir. İnanmak başarmanın yarısıdır diye boşuna dememişler. Eğer bir kişi, başarılı olacağına dair inanca sahip değilse, onun gerçek manada başarıya ulaşması pek mümkün gözükmemektedir. Tabii ki elimizden geldiği kadar hatta daha fazlasını vererek çalışıp çabalayacağız, alın teri dökeceğiz, umutlu olacak lakin her şeyden önce başaracağımıza dair de kendimize inanıp için çıktığımız bu yol her zaman dümdüz olmayacaktır. Bazen engeller bizi sınayacaktır. Tökezlediğimiz zamanlar olacak. Bu her zaman böyledir. Ancak böyle bir durumda hemen inancımız yitirmek de hiç sağlıklı değildir. Önemli olan bizim inançlı bir şekilde yolumuza devam edebilmemizdir. Başarıyı gerçekten isteyen kişi zorluklar karşısında yılmamayı seçer, yoluna emin adımlarla devam eder. Çünkü ona göre inanmak başarmanın olarak başarı biraz da inanmaya bağlıdır. Siz bir şeyi yapacağınıza en baştan inanmıyorsanız, o işin sonunda başarılı olamazsınız. İlk önce kalpten inanmak lazım ki sonu iyi olsun. Yoksa başarı hayalden öteye gitmez.
İslam İçin Çalışanların Ortak Bir Düşüncede Buluşması Zorunluluğunun Gereği Olarak İmam Hasan el-Benna’nın Belirlediği 20 Esas ve İhvan’ın İslam Anlayışı Bismillah… Hamd ve senâ âlemlerin rabbi olan Allah’a cc aittir. Allah’ın salât ve selamı kulu ve elçisi Muhammed’in alinin, sahabesinin ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Âmin… Fehm/Anlayış Madde “İslâm, hayatın bütün yönlerini kuşatan KAPSAMLI bir nizamdır. Şu halde o; hem devlet ve vatan, hem hükümet ve ümmettir. Hem ahlâk ve kuvvet; hem rahmet ve adalettir. Hem kültür ve kanun; hem ilim ve hükümdür. Hem madde ve servet; hem kazanç ve zenginliktir. Hem cihad ve dâvet; hem ordu ve fikirdir. Hem doğru bir inanç; hem sahih bir ibadettir.” Bu maddeyi şümuliyet veya kapsayıcılık açıklamaya çalışırken çok gerekmedikçe sadece Kur’an’ı kerim’den kanıtlar sunmaya çalışacağım. Kapsayıcılık Hususunda Müslümanların Durumunu İmam Hasan el-Benna Risaleler’in muhtelif yerlerinde çağındaki İslami çalışmaların kapsayıcılıktan uzak olduklarını ifade etmiştir. Kimisi İslam’ın sadece inanç/iman hakikatlerini, kimisi sadece güzel ahlakını, kimisi sadece ruhi/arınma boyutunu, kimisi sadece düşünce/fikir boyutunu, kimisi sadece siyasi boyutunu, kimisi sadece cihad/savaş boyutunu, … görüyor, sadece buna davette bulunuyor ve bu alanda çalışıyor. İmam el-Benna Beşinci Kongre Risalesi’nin Müslüman Kardeşler’in İslâm Anlayışı’ bölümünde; Müslümanlardan bir kısmının değişik dönemlerde İslâm’a bir takım yakıştırmalarda bulunduğunu ve kendilerince İslâm’a bir takım sınırlamalar getirdiklerini, İslâm için, bazı toleranslar içeren zararlı ifadeler türettiklerini, bu suretle İslâm’ın anlamıyla ilgili çok büyük ihtilaflara düştüklerini, böylece toplumun fertleri arasında Resûlullah ve ashabının en güzel şekilde temsil ettikleri İslâm hakkında ilgili-ilgisiz birçok anlayışın ortaya çıktığını ifade ettikten sonra şöyle diyor “Bazı insanlar, İslâm’ı zâhiri ibadetlerden ibaret olarak algılamışlar. Bu ibadetleri yerine getirdikleri takdirde veya bu ibadetlerin başkaları tarafından yerine getirilmesi durumunda huzur içinde olacakları inancına sahiptirler. Ne yazık ki Müslümanların çoğu bu anlayışa sahiptir. Bir kısım insanlar ise, İslâm’ı üstün bir ahlâktan, aşkın bir mâneviyattan, akıl ve ruhun gıdası olan felsefi bir gıdadan ve insanları yok edici materyalizmden uzaklaştırmaktan ibaret olduğunu zannederler. Üçüncü bir grup insanda, İslâm’ın atalardan miras alınan inançlar ve önemsiz taklitlerden ibaret olduğunu zannederler. Bu insanlar, İslâm’dan ve ona ait her şeyden usandıklarını söylerler. Bu anlayış genellikle yabancı kültürlerle yetişen ve İslâm’ın hakikatini öğrenmeye fırsat bulamayan insanların kafasında hâkim olan anlayıştır. “Bizler, İslâmî hükümlerin, insanların dünya ve âhiretle ilgili işlerini düzenleyecek nitelikte umumi olduğuna inanıyoruz. Bu öğretilerin sadece ruhaniyetle ilgili hususları kapsadığını zannedenler bizce büyük bir hataya düşmüşlerdir. İslâm, inanç ve ibadet; din ve devlet; madde ve mâna; vatan ve milliyet; kitap ve kılıçtır. Kur’an-ı Kerim, bütün bunları dile getirmekte ve İslâm’ın özü olarak kabul etmekte ve bu esaslara uymayı emretmektedir.” “Müslümanlar, gerçek bir İslâm ümmeti olmak istiyorlarsa İslâm’ı rehber edinmelidirler. Eğer İslâm’ı sadece ibadet boyutunda yaşar ve hayatımızın diğer alanlarından çıkarıp gayrimüslimleri taklit edecek olursak, şu âyetin ifade ettiği gibi İslâm anlayışı eksik bir ümmet haline geliriz “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” Bakara 85 Çağımızda Müslüman düşüncenin en önemli problemi İslam’ı tam olarak anlamaması/anlatmaması ve daha genel bir ifade ile İslam algısıdır. Sahada bulunan İslami kurumların sadece İslam’ın bazı alanlarında eğitim, maneviyat, siyaset, cihad, …. çalışma yapmaları bu sorunun daha da ağırlaşmasına yol açmaktadır. Müslümanların zihinlerinde yerleşen bu yanlış anlayışın temelinde İslam düşmanlarının Müslümanlar üzerinde icra ettikleri düşünce/kültür savaşının önemli bir etkisi vardır. İslam düşmanları son iki asırda İslam’ın Müslüman zihinlerde doğru bir şekilde anlaşılmaması için çok çaba sarf ettiler. Bu kapsamda Müslümanların düşünce ile ilgili zaaf noktaları, yanlış yorumlanabilecek hususlar, oluşturulmak istenen İslam algısı için yöntem ve araçlar belirlendi. Müslümanın İslam anlayışına yönelik çok yoğun ce yıkıcı bir düşünce savaşı başlatıldı ve bu savaşın sonunda çoğu Müslümanın İslam algısı körlerin fil algısına benzedi. Altı kişiden oluşan körler topluluğundan fili tarif etmeleri istenir… Körler filin yamacına varır… Biri ilk elden bacağına yapışır; “Aaa. Bu ağaçtır” der… Başkası gövdesine dokunur; “Hayır, fil bir duvardır” iddiasında bulunur… Diğeri kulağını yakalar; “Fil yelpazedir!” tarifini yapar…. Beriki kuyruğa asılır; “Hayır halattır!” buyurur… Öteki hayvanın dişine isabet eder; “Yok canım, fil mızraktır!” diye dayatır… Hortumuna denk gelen sonuncusu ise “Hayır efendim, yılandır” diye üsteler. İslam düşmanları Misyonerlik, ideolojik akımlar, milliyetçilik ve benzeri çalışmalarla İslam’ın artık bir bütün olarak yaşanamayacağını, Müslümanların dinin siyaset ve yönetim ile ilgili alanlarından vazgeçmeleri gerektiğini empoze ettiler. Bu çalışmalar sonucunda İslam’ın siyasetle ilişkisi yoktur.’, İslam dünya işlerine karışmaz’ gibi İslam’ın ruhu ile çelişen fikirler İslam aleminde kabul görmeye başladı. İslam aleminin farklı yerlerinde dinin bazı kısımlarından vazgeçmenin gerekliliğine davette bulunan sesler yükselmeye başladı. Tek parti döneminde hoca kökenli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Başbakanı 1949-1950 olan Şemseddin Günaltay “Biz Mekke’de inen âyetleri alalım, Medine’de gelenleri ise bırakalım” demişti. Böylece dinin dünya işlerini düzenleyen ayetlerinden kurtulmuş? olacaktı! Kur’an-ı Kerim Mealini Okudunuz mu? Kur’an-ı Kerim mealini baştan sonuna kadar okuyan birisi bu kitabın hayatın tüm alanları ile ilgilendiğini net bir şekilde görecektir. Basit bir meal okuması ile bile Kur’an-ı Kerim ayetlerinin hayat alanları arasında ayrım yapmaksızın; İnanç, ibadet, ahlak, devletler/toplumlar/kişiler arası ilişkiler, cihad/savaş, dünya ve ahiret, hayat ve ölüm, vb. tüm konuları işlediği apaçık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Kapsayıcılık Delilleri Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler getirerek, bu dinin namaz ile ticaret; zekat ile ilim; gece ibadeti ile cihat; iman ile yönetim; ahlak ile hukuk arasında ayrım yapmadığını belgelemeye çalışacağım. Dinin ayırmadığını biz nasıl ayırabiliriz? Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı… Bakara 178 Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Bakara 183 Sadece bu iki ayet bile İslam’ın kapsayıcı bir din olduğunu ve hayatın alanları arasında ayrım yapmayı kabul etmediğini ispatlamak için yeterlidir. Dikkat edilirse önemli bir ibadet olan oruçtan söz edilirken kullanılan tabir ile hukukun önemli bir konusu olan haksız yere öldürülmekten söz edilirken kullanılan tabir aynıdır. Yüce Allah, ibadetler alanında bize orucu farz kıldığı gibi, haksız yere öldürülme hususunda da kısası farz kılmış ve ikisini de aynı tabir كُتِبَ عَلَيْكُمُ = Size üzerinize farz kılındı ile ifade etmiştir. “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmenizden ibaret değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.’’Bakara, 177 Dikkat edilirse tek bir ayette inanç, ahlak, ibadet ve muamelatla ilgili unsurlar iyilik kapsamında bir arada tutulmuştur. Yüce Allah katındaki iyilik halimiz tefrikayı kabul etmez. Sadece ibadet veya İslam’ın diğer parçalarından birisiyle iyi olunmaz. İbadeti iyi, ahlakı bozuk bir tasvir Allah’ın kitabında karşılık bulamaz. Her her hâlükârda iyi olmalıyız. Ne Zaman Uyanacağız? Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, her şeyi olduğu gibi dosdoğru yazsın. Üzerinde hak olan borçlu da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin hepsini tam yazdırsın. Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın… Bakara 282 Kur’an-ı kerim’in en uzun ayetinin –ki bu ayet tam bir sayfadır ve bir sayfa tutan başka bir ayet konusu ne Allah’a imandır, ne de namazdır! Bu ayetin Ayet’ul Müdayene konusu borç hukukudur. Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından Kur’an’ın bazı hükümlerinden seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. Maide 49 Ey Muhammed! Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Nahl, 89 Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bakara, 275 Bakara suresinde İsrâiloğulları’ndan ve kendilerine indirilen vahya karşı ilgisizlik, duyarsızlık ve kötüye kullanım gibi tutumlarından genişçe söz edildikten sonra 85. ayette şöyle buyrulmaktradır “… Yoksa siz Kitab’ın Tevrat’ın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” Bakara, 85 Müslümanların İsrâiloğulları gibi dinin/kitabın bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmamaları veya dini/kitabı kendi heveslerince bölmeleri kabul edilir bir durum değildir. Bunun cezası İsrâiloğulları’na verilen cezanın ta kendisidir. Müslümanların tarihte yer yer ve son asırda sürekli olarak içine düştükleri rezillik, zillet, yenilgi, bunalım, geri kalmışlık, kişilik bozukluğu ve benzeri durumları ne ile açıklayabiliriz? Bunlar birer sonuçturlar. Sebebi ise Müslümanların dinlerini bölmeleri ve bir kısmını alıp bir kısmını terk etmeleridir. Hayrettin Karaman 27 Nisan 2017 tarihli Yeni Şafak Gazetesi’inde Siyasi İslam ve İslamcılık’ adlı makalede şöyle yazmaktadır “İslam yalnızca ibadeti ve ahireti anlatmaz, müminlerin dünya hayatında riayet edecekleri bazı kaideler de koyar ve buyruklar da verir. Buradan hareketle kimse, mesela ibadet alanını kastederek “ibadet İslamı”, hukuk alanını kastederek “hukuk İslamı”… demez. İslam’ın siyasetle ilgili emir ve yasakları da vardır, İslam’ı teori ve inanç olarak siyasetten ayırmak mümkün değildir.” “Müslümanlar dinle pazarlığa girip “şu kadarı senin, şu kadarı benim” diyemezler, Müslüman “teslim olandır. Neye teslim olan? Allah’ın buyruğuna, irade ve rızasına teslim olandır. Allah namaz kılmayı, oruç tutmayı emrettiği gibi faizi, zinayı, müstehcenliği, rüşveti, zulmü, istibdadı da yasaklamıştır. Müslüman olarak Allah’a teslim olan kişi pazarlık yapmadan, dinin kurallarını bölmeden -elinden geldiğince- hayatının bütününde ona teslim olur. Evin içinde, camide Müslüman, kamusal alanda gayr-i müslim olamaz.” İslam’ın Düzenlemediği Bir Alan Var mıdır? Eğer İslam’ın düzenlemek istemediği bir alan olsaydı hiç şüphesiz bu tuvalet adabı olurdu. Zira bu, insanların söz etmek istemedikleri ve gizlenerek giderdikleri bir ihtiyaçtır. Buna rağmen, İslam dini çok detaylı bir şekilde bu alanı düzenlemiştir. İslam tuvalete sağ ayakla girmeyi ve sol ayakla çıkmayı; girerken ve çıkarken okunacak duaları; tuvalet esnasındaki adapları düzenlemiştir. Tuvalet ihtiyacını bile düzenleyen bir dinin inanç, ahlak, ekonomi, siyaset, eğitim ve benzerlerini başka sistemlere bırakması makul mudur? Bir Yozlaşma Örneği Olarak İlmihaller İslam’ın bir bütün olarak yönetim de dahil yaşandığı dönemlerde yazılan ilmihallerde sadece taharet, namaz, oruç, zekat ve hac konuları işlenmezdi. Bunlara ilaveten alışveriş ve diğer muamelat konuları, cihad ve yönetim ile ilgili meseleler, cezai müeyyideler vb konular da işlenirdi. Fakat, son asırda yazılan ilmihallerde sadece taharet, namaz, oruç, zekat ve hac konuları işlenmektedir. Bazı yazarlar ise bunlara ilaveten vatandaşlık ve ahlakla ilgili bazı konuları eklemişlerdir. Bu da Müslüman zihinlerde İslam’ın sadece bunlardan ibaret olduğu yanlış anlayışını yerleştirmektedir. Kapsayıcılık Anlayışı ile Yetişen Birey ile Diğerlerinin Farkı İslam’ın sadece bir yönü ile ilgilenen bir çalışmada yetişen birey ilgilenilen alanda iyi iken, diğer alanlarda son derece kötü olabilir. Örnek Düşünce alanında iyi bir aydın/entelektüel olan biri yaşantı, zikir, ibadet alanlarında çok zayıf olabilir. Tersi de geçerlidir. Kapsayıcılık anlayışı ile yetişen bireylerde ise durum çok farklıdır. Fecir vaktinde mihraba kapanıp ağlayarak yakaran birisinin kuşluk vaktinde iyi bir hitabet ile insanlara tebliğde bulunduğunu, biraz zaman geçtikten sonra çok iyi top oynadığını veya çok iyi yüzdüğünü ve iş alanında mesleğini samimiyet ve büyük bir ustalıkla icra ettiğini görebiliriz. Kapsayıcılık anlayışı ile yetişen sahabeler gece abit, gündüz mücahit değiller miydi? Şu bir hakikattır ki bu dini ancak kapsayıcılık anlayışına sahip birey/kurumlar başarıya ulaştırabilirler. Peygamber “Bu dini ancak onu bütün yönleri ile kuşatan ikame edebilir, yürütebilir.” Siret-i Nebi, İbni Kesir. Kapsayıcı Anlayışı Benimseyen Bir İslami Çalışma; Selefi salihin çizgisindir. Çünkü Kur’an ve Sünnet ana kaynaklardır. Sünnetle amel edinmeyi önemser. Çünkü Resülullah’ın örnekliği esastır. Tasavvufi bir hakikattir. Çünkü zikir ve manevi yaşantı ihmal edilmez. Siyasi bir oluşumdur. Çünkü Müslümanların dertleri ve yönetimleri başkalarına bırakılmaz. Sportif bir çalışmadır. Çünkü bedenin de hakkı vardır. Kültürel ve ilmi bir kuruluştur. Çünkü ilim ve kültürsüz bir medeniyet düşünülemez. Sosyal bir kuruluştur. Çünkü birey ve toplumun sorunlarına çözümler sunar. Yazara Ait Diğer Yazılar İletişim Mardin’de 1974’te doğdu. İlk ve Ortaokul çağında medrese eğitimini aldı. Medreseden mezun olduktan sonra ilkokulu 1990’da, Ortaokulu 1991’de dışarıdan sınavla bitirdi. Şanlıurfa İHL’yı 1995’te bitirdi. 1996-2002’de tıp fakültesini, 2007-2011’de çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığını okudu. Siverek Devlet Hastanesi, Şanlıurfa Çocuk Hastanesi, Bayrampaşa Devlet Hastanesi ve bazı özel hastanelerde çalıştı. Şu anda İstanbul/Bahçelievler Medipol hastanesinde çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak çalışıyor. Davet ve Kardeşlik Vakfı başkanıdır. İyi düzeyde Arapça ve Kürtçe bilmektedir. Arapçadan Türkçeye çevirileri mevcuttur. Örnek Müslümanın Yol Azığı/Mustafa Meşhur, Çocuklarını Değerlendir/M. Ebu Farha. Nida Yayıncılık Yayın Kurulu üyesi ve Davet Mektebi dergisi yazarıdır. İstanbul Başakşehir’de oturmaktadır. Evli ve 5 çocuk babasıdır.
“Zafer “Zafer benimdir.” diyebilenindir; başarı, ’Başarılı olacağım.’’ diye başlayanın ve ’Başarılı oldum.’’ diyebilenindir.” – Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK “İnanmak başarmanın yarısıdır.” -Theodore ROOSEVELT “Yapabileceğime inanırsam, başlangıçta sahip olmasam bile onu yapacak gücü kendimde bulurum.” -Mahatma GANDHİ Amaçlanan herhangi bir hedefe varabilmek, yapılması gereken bir işi sonuçlandırabilmek için neler yapılıp hangi yollar tercih edileceğine karar verilip verilmemesi durumu ve ardından bunların amaçlanan şeyi gerçekleştirmek için işe yarayacağına inanılması ve sonrasında en önemlisi; bireyin kendisinin bunları yapabileceğine dair bir inancının olması veya kendisinde bunları yapabilecek gücü görmemesi durumları başarının ardındaki en önemli değişkenlerdir. Bunlar; başarının bilişsel, duygusal ve motivasyonel niteliklerde bir değişkeni diyebileceğimiz en önemli yordayanları, bir diğer deyişle ön koşullarıdır. Kişinin yapması gereken eylemleri gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğine dair kendisine yönelik olumlu veya olumsuz bir inancın varlığının yansımalarına birçok örnek verilebilir. Kimi işlere deyim yerindeyse gözümüzün kestiği’ yargısıyla hızlıca atılabilir bazen de bir eyleme başlamakta kaçıngan olabiliriz. Topluluk önünde konuşmakta zorlanacağını, konuşma öncesinde kaygılı bir halde konuşamayacağını düşünen bir kişinin örneğin daha önceden sakin ve rahat bir şekilde gerçekleştirdiği konuşmayı hatırlayıp ve ’Yapmıştım, yine yapabilirim.’’ farkındalığı sayesinde olumsuz inancını dindirerek yapılacak konuşmayla ilgili olumlu yargılarını geliştirebilir, böylece yapacağı konuşmayı istediği şekilde gerçekleştirmesi kolaylaşabilir. O an kaygı duyduğu görevi geçmişte yapabildiğini bilmek onu motive eder; kaygı duyulan eylemin geçmişte başarılı bir şekilde yapıldığını bilmek insanı rahatlatır ve bireyin donanımında, becerilerinde bir değişim olmamasına rağmen o an kaygı duyulan eylem karşısında artık daha rahat bir halde harekete geçilir. Gerçekleştirilecek eylemlerin bireyi sonuca götürüp götürmeyeceğine dair yargının başarıya etkisi konusunda örneğin; kendi kariyer çizgisine benzer bir kariyer geçmişinde olan ve sizinle aynı şartlara ve donanıma sahipmiş gibi görünen birisinin arzu ettiğiniz iş kadrosunda çalışıyor olduğunu öğrenmenizle, bu kadroya ne tür kariyer profiline ve ne şartlara sahip insanların alındığı konusunda bir bilgisizlik hali arasında işe girmek için gerçekleştirilen hazırlanma sürecinin niteliğinde fark olur. Birey kendisi gibi birisinin o kadroda işe girebildiğini öğrendikten sonra emeklerinin işe yarayacağını, işe girmek için etkili olacağına dair bir inanç geliştirip daha güdülenmiş bir halde çalışabilir. Başarılı olmayı ve istediğimiz hedefe ulaşmayı umuyor olmak eyleme geçmek için teşvik edicidir. Bireyin herhangi bir eylemi gerçekleştirmeden önce ister istemez, olumlu veya olumsuz olarak etkilendiği ve bireyin gelişimsel süreci çerçevesinde şekillenen bu değişken, bilimsel olarak öz yeterlik kavramıyla açıklanabilmektedir. Prof. Albert Bandura’nın oluşturduğu sosyal bilişsel kişilik teorisinin temel kavramlarından biri olan öz yeterlik; kişinin verilen hedeflere ulaşmak için gerekli etkinlikleri organize edip bu etkinlikleri başarılı olarak gerçekleştirme kapasitesine ilişkin kendi yargısıdır. Bandura’nın öz yeterliğinin fikriyatı kabaca, insanların bir konuda ne kadar başarılı olabilecekleri konusunda kendilerine dönük sahip oldukları inançlarının; güdülenmelerinin, duygu durumlarının ve performans düzeylerinin bir bölümünü şekillendirdiği yönünde ifade edilebilir. Öz yeterlik, bireylerin sahip olduklarının miktarı ile değil, çeşitli koşullar altında ne yapabileceklerine olan inançları ile ilgilidir. Bir öğrenci sınava girmeden önce sınavından geçer not almak için gerekli olan bilgi ve beceriye sahip olmadığı halde sınavı geçeceğine ya da tam aksine, yeterli bilgi ve beceriye sahip olduğu halde sınavı geçemeyeceğine inanabilir. İki farklı durum da bireyi farklı inançlara ve davranışlara yöneltir. Bandura 1986, s 421 ’Eğer öz yeterlik inancı her zaman insanların rutin olarak yapabildiklerini yansıtsaydı, insanların çok ender başarısız olacaklarını, fakat yine aynı nedenden dolayı, kendilerini geliştirmek için harcamaları gereken fazladan çabayı harcayamayacaklarını’’ belirtmiştir. Akt. Kotaman, 2008 Öz yeterlik kendisine anlamca yakın bir diğer kavram olan öz saygının eyleme özgü bir versiyonudur. Öz saygı genel havamızı etkilerken daha bütüncül, genel bir yapıdayken ayrı ayrı spesifik hedeflerde başarıya ulaşma hakkındaki öz yeterlik inançları, bu tekil hedeflere ulaşma yolunda ne kadar verimli performans gösterileceğini belirler. Öz yeterlik inancı, ikna beklentisi ve sonuç beklentisi olmak üzere iki ana kaynakla şekillenmektedir. Bu iki kaynak öz yeterlik inancımızın gücünü artırır veya azaltır. Sonuç beklentisi insanların, eylemlerinin sonuca ulaşmakta ne derecede uygun ve işe yarar nitelikte olduğuna dair beklentileridir. İkna beklentisi ise hedeflenen sonuç için yapılması gereken eylemleri gerçekleştirmekte ne derece başarılı olunacağına dair duyulan inançtır. Örneğin her gün düzenli şekilde ders çalışmayı kararlaştırdığınızda üniversiteyi kazanacağınıza dair bir sonuç beklentiniz olur. Ancak, bununla birlikte bu kadar çok çalışamayacağınıza dair ikna beklentiniz de olabilir. İkna beklentisi öz yeterlik kaynaklarından bir diğeri olan sonuç beklentisine kıyasla birey üzerinde daha etkili ve davranışı daha iyi kestirebilir niteliktedir. İkna beklentisi; üstünlük deneyimleri, dolaylı deneyimler, sözlü ikna ve fizyolojik & duygusal durumlar olmak üzere dört ana kaynaktan oluşur. Öz yeterlik inançlarımızın gücü bu kaynaklarla birlikte olumlu yahut olumsuz yönde değişiklik gösterebilir. Bunlardan en önemlisi üstünlük deneyimleridir. Geçmişte elde edilen bir başarıyı yine elde etme çabası söz konusudur. Burada, yazının başında bahsettiğimiz topluluk önünde konuşmakta zorlanan kişinin daha önce gerçekleştirdiği sakin hitabetini hatırlayıp kendisini rahatlatması örneğinden bahsedebiliriz. Birey binlerce kişi önünde konuşma yapmadan önce yoğun bir kaygı duyarsa kendisine daha önce de defalarca topluluk önünde hata yapmadan konuşabildiğini hatırlatarak bunu tekrar başarabileceğine kendisini inandırır. Olumlu yaşantılar ilerde yaşayacağı benzer durumlar için bireyde öz yeterlik inancının güçlenmesini destekler. Fakat bu konuda geçmişinde çok sayıda başarısızlık varsa ikna beklentisi de düşük olacaktır. Bu davranışla asla başaramayacağı sonucuna varabilir. Bir diğer kaynak dolaylı deneyimlerdir. Dolaylı deneyimler gerçek performanslar kadar güçlü olmasa da ikna beklentilerini değiştirme gücü vardır. Sosyal öğrenme kuramının önemli bir bileşeni olan, modelin davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını gözleyerek öğrenme bilgisi, öz yeterlik inancının güçlenmesinde de karşımıza çıkmaktadır. Başkalarının, bireyin kendisinin tahmin ettiği hiçbir olumsuz sonucu yaşamadan bir davranışı gerçekleştirdiğini görmek, bireyi de aynı davranışı yapabileceğine inandırabilir. Kalabalığın önünde konuşmaktan korkan insan ’Yapamam.’’ şeklindeki ikna beklentisini, diğer arkadaşlarının, kendisinin tahmin ettiği, çekindiği gibi çok heyecanlanmadan konuşma yaptıklarını görünce ’Belki yapabilirim.’’ yargısına dönüştürebilir. Kişinin, istediği iş kadrosunda kendi kariyer yapısına benzeyen birisinin çalıştığını öğrenmesi örneği de başka türden bir çaba, yeterlik ve çalışma değil de kendi alanıyla ilgili çalışmaların bireyin istediği işe girebilmesi konusunda etkili olacağını düşündürmesi yönüyle hem sonuç beklentisine hem de kendisine benzeyen birinin işe alındığının öğrenmesi ve ’Beni de seçebilirler/Ben de işe girebilirim.’’ algısıyla dolaylı deneyimler için örnek teşkil eder. Dolaylı deneyimlerle ikna beklentisinin değiştirilmesi psikoterapistlerin sıkça çalıştığı bir noktadır. Psikoterapistlerin özellikle fobilerle çalışırken sık kullandığı tekniklerden biri olan sistematik duyarsızlaştırmayı örnek gösterebiliriz. Örneğin örümcek korkusu olan danışanlarına yardım etmek isteyen psikoterapistler onlara örümceğe dokunan ve eline alan birisini izleme dolaylı deneyim sürecini yaşatabilir. Danışanların örümceğe yaklaşabileceklerine ve dokunabileceklerine inanmaları, gerçekten yapabileceklerinin en iyi göstergesidir, psikoterapist birçok çalışmayla danışanında bu inancı geliştirmeye çalışır. İkna beklentilerini değiştirmenin biraz daha az etkili olan yolu ise sözlü iknadır. Özü itibarıyla ikna beklentisini değiştirmeyi istediğimiz bireyi ikna etmektir. Sevgilisine söylemek istediği şeyi söyleyemeyen birini ’Yapabilirsin.’’ yönünde ikna etmeye çalışmak ikna kabiliyeti yüksek insanlar için bazen başarılı olabilir. Fakat davranış sonunda istenen sonuç elde edilmezse ikna olan kişi için bu değişiklik çok hızlı bir şekilde eski haline dönecektir. Pajares 2002’e göre olumsuz sonuçlanan bir iknayla öz yeterlik gücünün zayıflatılması tam tersi olumlu şekilde sonuçlanan iknanın öz yeterliği güçlendirmesinden daha güçlü bir şekilde etki göstermektedir Akt. Tepe, 2011. Fizyolojik ve duygusal durumlar da herhangi bir eylemin yapılıp yapılamayacağına dair inancı, motivasyonu etkileyebilir. Neşeli veya stresli bir halimiz davranış ve inançlarımızı yönlendirir. Kaygı düzeyi düşük, psikolojik olarak rahat olan bireyin öz yeterlik gücü yüksek olmaktadır. İnsanlar bir etkinliği gerçekleştirirken, bir süreç içindeyken; durum, süreç ve becerileri konusunda olumsuz duygular, kaygılar geliştirmişlerse öz yeterlik güçleri zayıflayacaktır. Kısaca açıklanan, bu dört kaynaktan beslenen ikna beklentisi ve sonuç beklentisi çerçevesinde, dolayısıyla öz yeterlik inancımız, tamamen iplerinin elimizde olduğu, yaptım’ deyince inanılan, motive olunabilen, bireyin iradesiyle rahatça yön verebileceği bir yapıda değildir. Duygu durumu, performans gibi etkili ve sağlam yapılar barındıran, kaynakları olan bir inançtır. Duygularla, bilişle ve güdülenmeyle desteklenen bir haldedir. Bir kimse inanıyorum.’ deyince öz yeterlik inancının artmayacağı gibi öz yeterlik inancının motivasyonel, duygusal, bilişsel yansımalarını da birey aslında kendi içsel süreçlerinde tanıyabilir, gerçekten öz yeterlik gücünün yüksek veya düşük olduğunu anlayıp aslında içsel bir inanç taşıyıp taşımadığını bilir. Birçok değişkenin etkisinde şekillenen öz yeterlik gücünün birey üzerinde yarattığı sonuçlar konusunda yapılan birçok araştırmada öz yeterlik gücünün gelişiminin iş başarımını, akademik başarıyı ve bağımlılıkla, fobilerle mücadele gibi sağlıkla ilişkili davranışları pozitif yönde etkilediği bilinmektedir. Öğretmen adaylarının etkili öğretim yöntemleri ve sınıf yönetimi konusundaki öz yeterlik inançlarının mesleklerinin ilk yıllarındaki iş verimliliklerine etkisinin araştırıldığı bir çalışmada öz yeterlik gücü yüksek öğretmenlerin çalışmaya başladıkları ilk yıllarda daha istekli, motive ve verimli bir şekilde çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca bu öğretmenler öğrencilerinin zor öğrendiği durumlarda bile onlara bir şeyler öğretmek amacıyla daha uzun süre çalışmış, ısrarcı bir tutum sergilemişlerdir Milner, 2002 Akt. Arastaman, 2013. PISA 2003’e katılan Japonya, Finlandiya ve Türkiye’den elde edilen veriler kullanılarak öz yeterlik gücünün, içselleştirilmiş motivasyon, kaygı ve matematik başarısı arasındaki ilişkisini araştıran bir çalışmada ise öz yeterlik gücü, içselleştirilmiş motivasyon ve kaygının matematik başarısını doğrudan etkilediği görülürken öz yeterliğin ayrıca içe yönelik motivasyon ve kaygı aracılığıyla da matematik başarısını pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır Yıldırım, 2011. Öz yeterlik gücünün, akademik başarı, iş başarısı veya amaçlanılan herhangi bir hedefe hazırlık sürecindeki doğrudan sonuçları bilişsel, motivasyonel, duygusal ve seçimsel süreçler olmak üzere bireyde birçok farklı yönden gerçekleşmektedir. Stratejik esneklik, bilişsel beceriklilik ve çevresel zorlukların üstesinden gelmede etkililik bireyin yüksek öz yeterlik gücünün bilişsel süreçteki özelliklerindendir. Öz yeterlik gücü yüksek bireyler bilişsel süreçte başarılı sonuçları gözlerinin önünde canlandırırlar ve sorun çözme çabalarını yönlendirmesi için bunları kullanırlar. Motivasyonel bir seviyede, güçlü öz yeterlik inançları olan insanlar, zorlayıcı hedefler koyarlar. Engelleri aşılabilir görürler, amaçlarına ulaşmak için ısrarla çalışırlar, güdülenmenin yüksek bir enerjide olmasıyla daha fazla çaba sarf ederler ve başarısızlığı, beceri eksikliği gibi kontrol edilemez faktörler yerine yetersiz çaba, yetersiz strateji veya olumsuz koşullar gibi kontrol edilebilir faktörlere atfederler. Olumsuz sonuçları böyle kontrol edilebilir nedenlere bağlamak iş karşısında yılmazlık gücünü son derece artırırken olumsuzluklar karşısında güdülenmenin zayıflamasını da önler. Zira birey kolaycı bir psikolojiyle dışsallaştırma yaptığı zaman, yani olası bir olumsuzluk karşısında kendi payını değil de sıklıkla dışsal etkenleri yargıladığı, olumsuz durumlar arkasında yönetemediği etkenleri gördüğü zaman büyük bir yılgınlıkla olumsuz durumu hiçbir zaman aşamayacağı inancını geliştirir, dolayısıyla bunun sonucunda da problemi çözemez. Düşük öz yeterlik gücüne sahip bireyler zayıf öz yeterlik geliştirdikleri işteki olası bir olumsuzluk karşısında güçlü içsel inanç taşıyan bir bireye kıyasla çok daha kolay vazgeçip kaçıngan davranmaktadırlar. Öğretmen adaylarının etkili öğretim yöntemleri ve sınıf yönetimi konusundaki öz yeterlik inançlarının iş verimliliklerine etkisinin araştırıldığı çalışmada da öz yeterlik gücü yüksek olan öğretmen adaylarının bu nedenden dolayı istekli ve motive bir şekilde çalıştıklarını söyleyebiliriz. Öz yeterlik gücü yüksek öğretmenler öğrencilerinin zor öğrendiği durumlarda pes etmemiş ve ısrarcı davranmışlardır. Bu durum öz yeterlik gücünün birey üzerindeki motivasyonel süreçteki bir sonucuna örnek gösterilebilir. Bandura 1989 ’İnsanların hedef karşısında kendi yeteneklerine olan inancının yalnızca motivasyonlarını değil riskli ya da zor durumlarda yaşanan stres ve depresyonun şiddetini de etkilediğini’’ belirtmiştir Akt. Arseven, 2016. Duygusal tepkiler, düşünce ve davranış süreçlerini doğrudan etkileyebilir. Yüksek öz yeterlik inancının bilişsel sonucu olarak yorumlayabileceğimiz; insanların potansiyel olarak tehdit oluşturan durumları üstesinden gelinebilir zorluklar olarak yorumlaması düşüncesi de potansiyel riskler için endişe etmeyi, stresi azaltarak duygu durumlarını düzenler. Dolayısıyla öz yeterlik gücü yüksek bireyler söz konusu hedef karşısında acelecilikten uzak, rahat bir psikoloji içinde olurlar. Pisa sonuçları verilerinin incelenerek öz yeterlik gücünün içselleştirilmiş motivasyon, kaygı ve matematik başarısı arasındaki korelasyonunun incelendiği araştırmada, öğrencilerin sahip oldukları öz yeterlik inançlarının kaygı düzeyleri aracılığıyla matematik başarısını pozitif yönde etkilediğinin görülmesi öz yeterlik gücünün birey üzerinde yarattığı duygusal süreçteki kaygı bir sonucudur. Dolayısıyla inanmanın gerçekten başarmanın yarısı olup olmadığını yahut yüzde kaçı olduğunu saptamak pek kolay olmasa da başarmaya inanmanın, başarının ön koşulu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü bireyin belli kaynaklarla o güne kadar şekillendirdiği inancı, başarı için gerek koşulların layıkıyla elde edilmesini sağlayacaktır. Hatta öz yeterlik inancının birey üzerindeki farklı yönlerden sonuçları, bireyin daha en başından o işe atılıp atılmaması yönündeki kararını belirler. Yani birey sonucunu gözüne olumsuz olarak kestirdiği işe zaten kolay kolay başlamayacaktır. İnanmanın başarmanın yarısı olduğu yönündeki çokça meşhur bu söze istinaden inanmaya karşı çalışmayı savunanların başarıya inanma durumunu pek kavrayamadıklarını söyleyebiliriz. Zira zaten öz yeterlik inancı yani başarının elde edileceğine dair inanç, çalışmanın ön koşuludur. Daha da doğrusu layıkıyla çalışmanın, olumsuzluklar karşısında yılmadan, motive bir şekilde ve dışsallaştırma yapılmadan bireyin zayıf yönlerinde gelişim de gösterebileceği imkanını veren şekildeki bir çalışmanın ön koşuludur. İnanmak başarmanın gerçekten yarısıdır; yani yarısını elde etmeden bütüne asla ulaşamayız ve inanmak başarmanın ön koşuludur çünkü başarılacağına dair duyulan inanç başarmak için gerekli tüm çalışmayı, organizasyonu, motivasyonu ve yılmazlığı bireyin gerçekleştirmesini pozitif yönde etkiler. Bireyin sonuca ulaşmak için gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündüğü eylemlerin gerçekten onu hedefe ulaştırmakta işe yarayacağını bilmesi ve bu eylemleri yapabileceği konusunda kendisine inanması; yani güçlü bir öz yeterlik inancına sahip olması başarı için bir ön koşuldur. Çünkü bunlar bireyin plan yapabilmesini, riskleri görebilmesini, tam gücüyle çalışabilmesini sağlar. Bunlar da başarının önünde oluşabilecek zorlukların aşılabilmesini kolaylaştıracaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle ’Zafer Zafer benimdir.’ diyebilenindir.’’ Zaferin kendisinin olacağını içsel bir inanç etkisi sonucunda söyleyen kişi kelimenin tam anlamıyla zafere giden yolu tanımaktadır. Yolu, riskleri, güçlükleri bilmektedir, bunun sonucunda organizasyon yapabilmektedir ve bu organizasyon çerçevesindeki görevleri nasıl yapabileceği konusunda da yetkin ve stratejik esnekliğe sahiptir. Çünkü ancak bu şekilde bir kişi hedefine ulaşma sürecinin sonucunu kestirebilir ve zafere ulaşabileceğini düşünebilir. Hedefe gitme yolunda bir plan geliştiremeyen, ortaya çıkacak pürüzleri ön göremeyen, yapması gerekenleri yapabileceğine dair kendisinden emin olmayan hatta yapmasını gerektiğini düşündüğü eylemleri yapsa dahi işe yarayacağından emin olmayan, düşük motivasyonlu birisi kesinlikle işin başındayken başarıya erişebileceğine inanıp da samimi bir şekilde başarılı olacağını ifade edemez. Öz yeterlik kavramı en güzel deyişle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle özetlenebilir Zafer ’Zafer benimdir.’’ diyebilenindir; başarı, ’Başarılı olacağım.’’ diye başlayanın ve ’Başarılı oldum.’’ diyebilenindir. Yazar Süleyman Kıllı KAYNAKLAR Akengin, H., Yıldırım, G., İbrahimoğlu, Z., & Arslan, S. 2014. Öğrencilerin coğrafya dersine ilişkin öz yeterlik algıları ile akademik başarıları arasındaki ilişkinin incelenmesi. Arastaman, G. 2013. Eğitim ve Fen Edebiyat Fakültesi Öğrencilerinin Öz-Yeterlik İnançları ve Öğretmenlik Mesleğine Karşı Tutumlarının İncelenmesi. Journal of Kirsehir Education Faculty, 142. Arseven, A. 2016. ÖZ YETERLİLİK BİR KAVRAM ANALİZİ. Electronic Turkish Studies, 1119. BAYRAKCI, M. 2007. SOSYAL ÖĞRENME KURAMI VE EĞİTİMDE UYGULANMASI. Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 14, 198-210. Burger, J. M. 2006. Kişilik. Kaknüs Yayınları. Carr, A. 2016. Pozitif psikoloji. Çev. Ümit Şendilek. İstanbul Kaknüs Yayınları. Kotaman, H. 2008. Özyeterlilik inancı ve öğrenme performansının geliştirilmesine ilişkin yazın taraması. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 211, 111-133. Şenol, F. B., & ERGÜN, M. 2015. Okul öncesi öğretmen adayları ile okul öncesi öğretmenlerinin öğretmenlik mesleğine yönelik öz-yeterlik inançlarının karşılaştırılması. Journal of Theoretical Educational Science, 300. Yildirim, S. 2011. Öz-yeterlik, içe yönelik motivasyon, kaygı ve matematik başarısı Türkiye, Japonya ve Finlandiya’dan Bulgular. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, 51, 277-291.
inanıp başarmak ile ilgili bir öykü